BAYRAK YÜREKLİ ADAMIN KİTABI

Büyük dava adamı, gerçek mücadeleci, çileli bir yiğit, kahraman bir mücahit ve Kıbrıs Türklerinin yılmaz savunucusu Rauf Denktaş da her fani gibi ecel şerbetini içti ve 2012 yılında bu fani âlemden göçtü. Dünya denen geçitten geçip giderken ardında derin izler, unutulmaz hatıralar bıraktı.

Rauf Denktaş kitaplar da yazdı. “Bayrak Yere Düşürülemez”, “Kıbrıs Girit Olmasın”, “Yeniden 12’ye 5 Kala” bunlardan bazıları. Biz bu yazımızda onun “Karkot Deresi” kitabından bahsetmek istiyoruz. Rauf Denktaş’ı anlamak; çetin imtihanlarla başladığı hayat yolculuğuna eşlik etmek adına bu kitabı okumak faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü otobiyografik bir eser Karkot Deresi.

VATANI YÜREĞİNDE SAKLAYAN ÇOCUK

Yüreğinin bir köşesi evlat acısıyla yanarken (artık o evlatlarına kavuştu ama bu kez de Kıbrıs’ı yetim bıraktı) diğer köşesi vatan hasretiyle kavrulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın hatıralarından oluşuyor bu kitap. Karkot Deresi Rauf Denktaş’ın ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğini anlatan bir hikâye aslında. Bütün mesele bu büyük soruya cevap vermek de değil mi zaten?

Daha çocukluk günlerinde geleceğin büyük dava adamı olacağının ışıkları görülüyordu Denktaş’ta. O da her çocuk gibi oyunlar oynuyor, ip atlıyor, daldan dala zıplıyordu ama bir farkla. O, çocuk yüreğiyle bile “Düşman bu küçük tayyareciyi tanı/ Kanatları altında saklayacak vatanı” diye şiirler okuyordu. Çocukluğunda verdiği sözü tutmuş ve Rauf Denktaş bir kartal gibi kanatları altına almıştı Kıbrıs’ı…

“Akşamları Ayfiban tepesinin serininde toplanırdı köylüler birer birer ve Omorfo’nun parlak ışıklarına bakarak konuşurlardı hep. Ben onlara şiirler okurdum okulda, öğretmenlerimizin bize gizlice öğrettiği milli şiirlerden. Coşarlar, ağlarlardı. Aferin çekerlerdi bana. Daha sonraki yıllarda İstiklâl Savaşı Nasıl Oldu? Kitabından hikâyeler aktarırdım onlara” (Denktaş, 2005: 12) der Rauf Denktaş çocukluk günlerinden bahsederken.

Çocukluk günlerini yanında geçirdiği dedesi Şeherli Mehmet’in “Osmanlı yamandı… Gittiler ama yine gelecekler. Ben görmesem de sizler göreceksiniz” (Denktaş, 2005: 14) sözüyle büyüyen kahraman bir çocuktu o.

Elinde küçük bir av tüfeği, boynunda asılı fotoğraf makinesi, bir matara su ve yanında köpeğiyle Karkot Deresi’ni karış karış gezdi her gün. Yorgun argın eve döndüğünde haliyle uykuya dalardı her çocuk gibi ama rüyasında bile milletinin aydınlık geleceğini görürdü. “Rüyalarında hep zenginleşmiş, modernleşmiş köyler, Tahir ağanın veremi atlatıp iyileşmesini görürdüm ve sık sık kuş gibi kanatlanıp uçardım… Fazla börekten olacak birkaç kez kâbus basmıştı beni” (Denktaş,2005:16) diyerek esprili kişiliğiyle yıllar sonra bize o günleri anlatır. Yatarken de babaannesinin öğrettiği duayı okurmuş. “Yattım Allah, kalkarım inşallah, kalkamazsam amentübillah.”

DENKTAŞ’IN RUMLARLA İLK KAVGASI

Denktaş birincilikle bitirdiği İngiliz okulunda (ortaokul yılları) Türklerin aşağılandığını görür ve buna dayanamaz. Okulun ilk günlerinde başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor kitabında: “Kazamias ile iyi arkadaştık fakat altı yıllık okul süresince benim dışımdaki Türklere ‘Bello Turko’ (Deli Türk) deyişi hâlâ kulaklarımda çınlar. Bu deyişten özel bir zevk aldığı aşikârdı. Beni bundan muaf tutmasının özel bir sebebi vardı. Okulun açıldığı ilk gün bana köylümüz diye tanıtılan Eliadis adında bir çocuk ‘Bello Turko’der demez kavgaya başlamış ve Eliadis’i iyice hırpalamıştım. Benden özür dilemesini sağlamıştım.” (Denktaş, 2005: 23)

İşte o günlerde başlayan dava adamlığı son nefesine kadar devam etti. “Rumlar ‘enosis için ölürüz’ diyorlardı. Biz de ‘enosis olmasın’ diye ölürüz diyorduk. Çünkü biliyorduk ki enosis olursa zaten öleceğiz.” (Denktaş, 2005: 60)

DENKTAŞ’IN İLK TARİHİ KONUŞMASI ve SON SÖZÜ

Halka ilk kez nasıl hitap ettiğini ve yankısının nasıl olduğunu kitabında şöyle anlatıyordu: “Kasım 1948’de Selimiye Camii’nin önündeki meydanda tertiplenen büyük antienosis mitinginde ilk kez halka hitap etmiştim. İrticalen konuşmuştum. Heyecan yüklüydüm ve bu heyecanı halka iletebileceğimi hissediyordum. Yoğun alkışlar arasında kürsüden indim. Babamın mesai arkadaşları gelip beni kucaklıyorlardı. Bazıları ağlıyordu. ‘Baban seni görseydi’ gibi sözlerle beni cesaretlendiriyorlardı.” (Denktaş, 2005: 88)

Grivas’la, Makarios’la, Klerides’le yapılan mücadeleler, Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın kurulması, 1963’teki Kanlı Noel hadisesinin gerçek yüzü, Türkiye’ye bağlanan umutlar, dünyanın Kıbrıs Türk’ünü görmezden gelmesi, bütün kapıların yüzüne kapanmasına rağmen Denktaş’ın bir tek derdi vardı. “Davayı kurtarmak” (Denktaş, 2005: 202)

15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edildiği zaman Denktaş’ın bir sözü vardı. “Doğan çocuğun ana rahmine döndüğü görülmemiştir. Dünyanın bizi tanımaması umurumda değil. İşte Kızıl Çin! Yakın zamana kadar kimse onları tanımadı ama bu Çin gerçeğini değiştirmedi…”

Rauf Denktaş sözünü tuttu ve kızının açıklamalarından öğrendiğimizi göre “Hıristofyas’a söyleyin: Kuzeyde bağımsız bir Türk Cumhuriyeti var” dedi son nefesinde…

Dile kolay… Sürgüne, esarete, bin bir zahmet ve çileye rağmen bir ömür boyu milli davanın bayrağını sadece Kıbrıs semalarında değil bütün dünyada dalgalandırmasını bildi bayrak yürekli adam.

Nefesinizi tutarak okuyacağınız kitap güzel bir otobiyografi.

KAYNAK

Denktaş, Rauf Raif, Karkot Deresi,(2005). İstanbul, Remzi Kitabevi.

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate