Birlik İdeali ve Ayasofya

Rabbimiz (cc) buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Mâide 5 / 8)

“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”
(Hucurat 49 / 6)

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı… Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler” onlardır.”
(Al-i İmrân 3 / 103-104)

“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır.  Eğer Allah dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.  Bu Allah’a göre zor bir şey değildir. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez (…)”
(Fâtır 35 / 15-18)

Birliğin Yolu

Kur’an-ı Kerim birey ve toplum olarak dikkat edilmesi gereken hususları bizlere bildirmiştir. Hatırlayınız ki; adaleti tesis ettiğimiz, birlik beraberliğimizi perçinleyerek kardeşlik bağlarımızı güçlendirdiğimiz zaman geniş bir coğrafyaya hâkim olmuş, insanlara İslam’ın mesajını götürerek İslam medeniyetini kurmuştuk. Peki dünyayı aydınlatan ışığımıza ne oldu?

Dünyamızın bugünkü karanlık halinin, insanlığın akan göz yazışının, cihanın her yerinde yaşanan zulümlerin sebebi; insan onurunu ayakta tutan, hürriyetçi, iradî bir birliğin ve hakka dayalı iradenin dünyada hâkim olmayışıdır. ‘Birlik’ ve ‘özgürlük’, birbirine zıt iki kavram gibi gelse de aslında birbirini tamamlayan ayrılmaz parçalardır. Bir olan Allah, insanları bir olmaya, “Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaya” çağırır. Mü’minleri kardeş olmaya çağırır.

Liderler Kendilerine Çağırırsa Ayrılıklar Kaçınılmazdır

İslâm dünyası asırlardır, böylesi muhteşem bir birlikten yoksundur. Farklı kavimlerin kurduğu İslâm ülkelerinin birbirleri arasındaki birlik bir kenara İslâm ülkeleri kendi içlerinde dahi birliklerini, dirliklerini sağlayamamaktadırlar. Ülkemizde de durum maalesef farklı değildir.

İslâm dünyasındaki ayrılıkların pek çok sebebi olsa da en belirgin olanı Müslümanların cemaat veya grup taassubu ile hareket etmeleridir. İnsanların kendi gruplarını hak diğer grupları fasık olarak görmeleri hatta daha da ileri giderek kendi dışındakileri tekfir ile suçlamaları dehşet verici bir boyuta ulaşmıştır.

Müslümanların siyasal, toplumsal yaşantılarındaki en zayıf noktası olarak tespit edilen bu taassup anlayışı, İslâm düşmanları tarafından da çok iyi değerlendirilmektedir. Varılan sonuç; Müslümanların birliğinin parçalanmasıdır. Asrı saadetin hemen sonrasında ortaya çıkan yönetim anlayışları ve iktidar mücadeleleri ile bilenen liderlik anlayışları Müslümanlar arasında ayrı bir ayrışma, parçalanmanın yollarını açmıştır. Lider kabul edilenlerin kendilerini seçilmiş, üstün olarak takdim etmeleri ve bu kişilerin insanları hakka, davaya, o’nun yoluna çağırmak yerine kendi şahıslarına çağırmaları en büyük sorundur.

Her Mehdinin Bir Deccali Var

İslâm adına ortaya çıkanlar; insanları birliğe davet etmek, İslâm’ın mesajının daha geniş kitlelere ulaşması için gayret göstermek, gayri insani, gayri ahlaki ideolojilerin pençesinde kıvranan insanlara muhtaç oldukları İslâm ideolojisi ile tanıştırmak yerine kendileri gibi düşünmeyenleri ‘cehennemlik’ olmakla suçlamaktadırlar. Bu kişiler, Kur’an’ın ve Allah’ın Resulünün davet metodunu takip etmemektedirler. İslâm dünyasının her yerinde mehdiler ilân edilmiştir. O sözde mehdiler de kendisi gibi olmadığı için -haşa- bir başka Müslüman lideri deccal olarak tekfir etmiştir. Sonuçta herkesin ‘ötekini’ kafir ilan etme adeti  ortaya çıkmıştır. İslâm dünyasının en büyük problemlerinden birisi budur. Bu problem İslam’ı ortadan kaldırmak isteyen emperyalist güçlerin yerli işbirlikçileri tarafından çokça kullanılmaktadır. Her bir insanın hazreti insan haline gelişini, insanların sadece Allah’a boyun eğerek tamamen özgür olmasını sağlayacak hürriyetçi İslâm öğretisinin hâkim kılınmasına çaba gösterilmesi yerine dünyayı kurtaracak kutsanmış ve seçilmiş kişilerin gelişinin beyhude beklemek öğütlenmiştir. Bu sebeple hiçbir çabası olmayan, kurtarıcı bekleyenler; aktif, aksiyoner Müslümanlar olmak yerine pasif ve sorumluluktan kaçan yeni bir Müslüman tipinin oluşmasına sebep olmuştur.

Gelişi beklenen bu sözde liderler, kendi grubuna dahil olmayanları, kendisi hakkında eleştiri getirenleri, farklı tavsiye, görüş ve düşünceleri olanları suçlayarak ve hedef gösterirler. Kendilerini Allah’ın halifesi, peşinen cennetlik, seçilmiş, sorgulanamaz, asrın lideri ilan etmeleri sayesinde kendilerine bağlananların destekleri ile iktidarda kalabilirler.

Her şeyi iktidar uğruna feda eden, dinin Kur’ani dayanaklarının ve Allah rasulünün uygulamalarını hiçe sayan bu kişiler; kendi refah ve saltanatlarını insanların mutluluğuna tercih etmişlerdir.

İslâm dünyasının herhangi bir köşesinde, en ücra yerleşim yerindeki üç beş kişiyi etrafında tutabilmek için de milyonlarca insanın kaderini belirleyen, büyük ve yakıcı saltanatlar için de da aynı kurallar caridir. Ülkemizde de maalesef durum farklı değildir.

İtirazlarımızın Sebebi Nedir?

Bazı kesimler ‘Müslümanlar iktidarda neden eleştiriyorsunuz?’ diye soruyor. Elbette; “Allâh vardır, birdir ve sıfatları vardır.” diyen herkes Müslümandır. Bir Müslüman işlediği günahtan dolayı tekfir edilemez, o kişi günah işlemiş bir Müslümandır. Kıbleye yönelip namaz kılan hiç kimse asla tekfir edilemez. Asırlardır süren Müslüman grupların; kendisi gibi düşünmediği için bir başka grupları küfür ile, bölücülük ile itham edebilme haslatığı günümüzde de maalesef devam etmektedir. İslâm kimsenin inhisarında değildir.

“Şimdi iktidarda Müslümanlar var” demek iktidarda olmayanları farkında olmadan gayrimüslim olarak ilan etmek anlamına gelir. Bu yanlış düşünce ve anlayıştan bir an önce kurtulmak gerekir. Bu anlayış İslâm düşmanlarının böl, parçala, yut politikalarına hizmet ettiği bilinmelidir. 2003 yılından önce de iktidarda Müslümanlar vardı, 1920 yılında da, 1906 yılında da, 1453 yılında da. Bu ülke çok şükür Allah’a ki hiçbir zaman gavur yönetiminde olmadı.

Ancak kabul etmek gerekir, hatalı, gafil, aciz pek çok yönetici ve onları doğrultmayan kahir ekseriyetin eylemsizliği sebebiyle; vatanımızın başta Avrupa toprakları olmak üzere milyonlarca kilometre karelik kısmı devletimizden koparılmıştır. Hatırlatmak isteriz ki; Avrupa Türkiye’sinin büyük bölümü İstanbul’dan bile önce fethedilmişti. Ve o mübarek, secdeli topraklar, evladı fatihanın yurdudur. Türk Milleti’nin Avrupa topraklarını kaybı, Endülüs’ün düşüşnden sonra İslâm dünyası vurulan en büyük darbedir. Artık o güzel İslâm yurdu, Avrupa Türkiye’si ezana hasrettir, işgal altındadır. Bilmeliyiz ki; içinde yaşadığımız çağda da haritalar yeniden çizilmeye çalışılmaktadır. Türk’e Anadolu bile fazla görülmektedir.

Ortaya koyduğumuz itirazlar hatalaradır. Kişiler bizim için mühim değildir. Kur’an-ı Kerim beliğ şekilde ifade eder ki dava “o ölse yahut öldürülecek olsa” bile bakidir. Çünkü insanlığın kurtuluşu olan Kur’an’ın hürriyet ve adalet davası bakidir. Sözlerimiz kişilerle ilgili değil, olaylara dairdir. İslâm dünyasındaki felakete doğru gidişi kim inkâr edebilir? Kim yeryüzünün tamamen hakk hükümranlığında olduğunu iddia edebilir?

Ayasofya Özlemi

Ayasofya Camii’nin açılmasına kimin itirazı olsun. Bu millî mesele için kimler emek vermedi ki. Büyük Fetih Mitingi hâlâ dillerde. Asırlık emanetin ibadete açılması için 70’lerde, o zamanlar kimsenin sesi soluğu çıkamazken Edibâli on binlerce vatansever ile Ayasofya’ya yürüdüğünde onun ardında ne devlet hazineleri vardı ne de aklında seçimlerde alınacak oyun hesabı. O gün kürsüye çıktığında da, daha sonra Ayasofya gündeme geldiğinde de hep aynı büyük hedefi işaret etii; “Ayasoya’yı isterseniz şimdi açarsınız. Ama önemli olan fethin manevi mirasına sahip çıkmaktır. Fetih toplumunu ihya etmeden sadece Ayasofya’nın şeklen açılması ile yetinemeyiz. Hedefimiz bir milletin uyanışıdır.”

Ayasofya 1990 yılından bu tarafa namaz için belli bir bölümü ibadete açıktı. Ayasofya ibadete sanki yeni açılıyormuş gibi propaganda yapmak Ayasofya’yı namaz için açanlara karşı vefasızlık olur. Bugün Ayasofya’nın statüsü müze olmaktan camiye çevrilmiştir. Cami olması için de pek çok parti ve STK destek vermiştir.  Ayasofya Fatih Han’ın milletimize emanetidir. Ayasofya’nın cami statüsü kazanmasında emeği geçen herkesi tebrik ediyoruz. Ancak Ayasofya’nın açılışı ile sağlanacağına inanılan birlik  ideali maalesef kılınan ilk cuma namazı öncesi yaşanan protokol davetiyeli namaz garabeti ile yara almıştır.

Yavuz Sultan Selim Han’ın İstanbul’a Gelişi

“Çok şükür Ayasofya hayali gerçek oldu ama neden bu gösteriş, neden millî meseleyi birilerine has kılma gayreti?” soruları akıllardan çıkmıyor. Yavuz Sultan Selim hilafeti aldığında şehre gece yarısı nasıl bir tevazu ile girmişti? Fatih Sultan Mehmet Han kendisine gül atan Constantinapolis halkına Akşemseddin’i işaret edip ona iltifat edilmesi için geri çekilmedi mi? Ya Allah’ın resulu Mekke’nin fethinde böyle mi davrandı? O hiç kimseye tepeden baktı mı? Bizim olanı mı fethettik?

Bu açılışın bir hesabilik ürünü olduğu su götürmez bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu millî davaya bir parti meselesi gibi yaklaşılırsa yıllardır Fatih’in emaneti Ayasofya’ya sahip çıkılması için mücadele edenlerin, Ayasofya’yı milletin zihin dünyasında canlı tutanların hakkı nasıl ödenir? Unutulmasın ki Ayasofya bir partinin gösteriş konusu değil bir milletin özlemidir. Bu özlem maalesef siyasi  bir şova dönüştürülmüştür.

Fethin Manevi Mirasına Sahip Çıkacak Mıyız?

Çok şükür Ayasofya açıldı peki Fatih’in diğer emanetleri ne halde? Mesela adalet? Adalet daha dün Ergenekon meselesinde, bugün başka konularda neden eğilip büküldü? Neden cumhurbaşkanlığının “şahsen takipçisi” olduğu davalar neticeye varıyor da garibin, kimsesizin hakkı yıllarca mahkeme salonlarında heba oluyor? Adaletin tecellisi için illa tanıdıkların olması, sosyal medyanın desteğinin olması mı gerekiyor? İhalelerdeki yolsuzluk iddiaları neden sadece muhalefet partilerinde olunca araştırılıyor? “Ne istediler de vermedik” denilen kişiler ile ilişkiler neden tek taraflı yargılanıyor? İktidar partisi yöneticileri malum yapı ile ilişkilerini alenen TV ekranlarında ikrar ettikleri halde neden soruşturma dahi açılmıyor? Neden 28 Şubat meselesinde olduğu gibi tüm taraflar ifadeye çağrılmıyor?

Neden Soru Soramıyoruz?

FETÖ denen yapının kutsandığı, lider müsveddesinin ululandığı dönemde de “Hocamızı eleştirmeyin, Müslümanları bölmeyin” deniliyordu. Sanki mızraklara Kur’an yaprağı takma numarası hiç eskimedi, eskimeyecek.

Müslümanlar zarar görmesin diye mi düşünmüyoruz? Oysa Kur’an akletmeyi, düşünmeyi emrediyor. Korkmayınız kimse davadan büyük değildir.  Kimsenin hatasına yutkunmak, vebaline ortak olmak zorunda değilsiniz. Allah buyurmuyor mu; “Eğer Allah dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.” Unutmamak gerekir ki; emrolundurğu gibi dosdoğru olmaya ve hakkıyla sabredip mücadele etmeye insan muhtaçtır. Allah’a muhtaç olan insanlardır. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Biz hakkı işaret etmek ve mücadele etmek ile mükellefiz. Sadece tespit, itiraz ve söylem değil mücadele de boynumuzun borcudur.

En az Ayasofya kadar milletimizi yakından ilgilendiren ‘çoklu baro sistemi’ yasası da yangından mal kaçırırcasına meclisten geçti. Hukukçu yazarlarımızın konu ile ilgili değerlendirmelerini bu sayımızda okuyacaksınız. Çoklu baro, yargının etkisini zedeleyecektir. Etkili bir kamu yararı olan kuruluşun çoklu hale gelmesi ile ayrılıkçı söylemler ortaya çıkmaya başlayacaktır. Maalesef bu ayrılıkçı söylemler uluslararası arenada destek bulacak, uluslararası tüm görüşmelerde, anlaşmalarda veya ülkemize gelecek olan tüm yatırımlarda bu söylemler karşımıza çıkacaktır.

Birliğimizi beraberliğimizi siyaset değirmeninde un ufak ederek yok etmeden siyasete ahlaki erdem kazandırmak tüm siyasilerimizin üzerine düşen en büyük görevdir. Makyavelist anlayışla yapılan siyasette; profesyonel siyaset azınlığı maddi, manevi menfaat temin edebilir ama uzun vadede kaybeden millet olur.

Selam olsun vazgeçmeyip hakkı savunanlara, sabredenlere, insanlardan değil Allah’tan korkanlara, menfaat için hatalara göz yumamayanlara, hesap gününün kaygısı ile mücadele edenlere.
Yakında görüşmek üzere.
Kurban Bayramınızı tebrik ederiz. Kurban Bayramının Allah’a ve davasına yakınlaşmaya vesile olması duası ile.

Yorum Yapın

Navigate