SESSİZ İSTİLA SİLAHI…

Doğa, tarım ve insan ayrılmaz bir bütündür. Doğayı korumak, bulduğu gibi gelecek nesillere aktarmak insanoğlunun temel görevlerinden biridir. Ama bu görev yerine getirilmiyor. Araştırmalara göre çok para kazanma uğruna 1950’li yıllardan beri ekilebilir toprakların 1/3’ü kayboluyor fakat kimse buna dur diyemiyor.

Binlerce yıldır nesilden nesile aktarılan geleneksel tarım yok ediliyor. Tarım büyük şirketlerin tekeline geçiyor. Bir toplum tarımda ve gıdada birilerine muhtaç hale geliyorsa bağımsızlığıyla beraber kimliği de kontrol altına alınıyor demektir.

Küresel şirketlerin yönlendirmesiyle hareket eden hükümetler Türkiye’nin tarımını dışa bağımlı hale getirdi. Türkiye Şeker Kurumu’nun kapatılması, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, nişasta bazlı tatlandırıcının kotasının sürekli artırılması, tohum ve gübredeki bağımlılık…  bu yönlendirmelerin sonucudur. Özelleştirmelerle küresel sermayenin kontrolüne giren diğer sektörler gibi tarım da küresel sermayenin kontrolüne girdi. 

Tarımdaki dışa bağımlılık gıda maddelerindeki endişeleri de beraberinde getirdi. Gıda ürünlerine konan katkı maddelerinde neyin doğru neyin yanlış olduğu bilinmez hale geldi..  Yalnız gıda değil; her türlü günlük temizlik ürünlerinde kanserojen yapan kimyasalların varlığı insan sağlığı için büyük tehlikeler oluşturuyor. Bu maddeler gizli ellerin baskısıyla zararlı maddeler listesinden çıkartılıyor. 

Bundan yararlananlar biyoteknoloji ve gıda firmaları ile teknolojiyi elinde tutan güçlerdir. Kaybedenler ise toplum ve içinde yaşadığı doğadır.

Küreselleşme ile birlikte gıda bütün dünyada etkili bir silah haline gelmiştir. Emperyalizm her alanda olduğu gibi gıda alanında da emperyalist hakimiyetini sağlamayı amaçlamakta. Tohumdan başlayarak süpermarketler zincirini tekellerine alarak küresel bir hakimiyet kurmayı amaçlamaktadır. Bir taraftan gıda zincirine hakim olarak ülkeleri topsuz tüfeksiz sessizce istila ederken diğer taraftan endüstride büyük kazanç ve rant elde etmektedir. Gıda, büyük rant aracı olmakla birlikte küresel politikaları etkileyecek bir silah haline de gelmiştir. 

Gıdada en büyük tehlike ve sömürü patentli hibrit tohumlarıyla başlıyor. Patentli tohumlar sessiz bir istila silahına dönüşmüştür. Bu tohumlara sahip olan ülkeler ve şirketler bir taraftan kasalarını dolduruyor, diğer yandan bu tohumları caydırıcı, gıdayı kontrol edici silah olarak kullanıyor.

BU SİLAHI KİM KULLANIYOR?                                                                                                                                Bu tohumların tekeli  ve bu işten en karlı çıkan ABD, İsviçre, isveç, Fransa, Almanya, Japonya, İsrail gibi ülkelerin şirketleridir. Patentli tohum satan şirketler patentlemeyi tekeline geçirerek dünyayı soyacak, biyolojik yoldan ülkelerin bağımsızlıklarını elinden alacaktır. ABD dünya gıda zincirini ele geçirmek için her yolu deniyor. Ne yiyip ne içeceğimize gıda tekelini elinde bulunduran ve bunu bir silah olarak kullanan bir avuç şirket karar veriyor. İnsanların ne yiyip ne içeceğine karar verme hürriyeti bile elinden alınıyor. 

Şirketlerin geliştirdiği ve tekeline aldığı patentli yarı kısır hibrit tohumlarla doğal dengenin bozulmasına izin verilmemeli. Gıda güvenliği mutlaka sağlanmalı. 

Tohumların ve biyoçeşitliliğin kaybolmaya yüz tutması insanlık için büyük bir felaketin habercisidir. Bu oyunun bozulması gerekir. Bu oyunu bozmanın tek yolu da doğal tohumlarımızı korumaktır. Dünya gerçeklerini göz önünde bulundurarak yeni milli bir gıda ve tohum politikası oluşturmaktır. 

Bir ülkenin gıda güvenliği o ülke için en önemli üzerinde durulması gereken bir milli güvenlik meselesidir. Türkiye gıda denetimi sağlık bakanlığı elinde değil; tarım bakanlığının elinde. Bu Türkiye’de gıda güvenliği konusunda büyük eksiklikler oluşturmaktadır. Türkiye’de gıda sektörünün % 60’ınınkayıt dışı olduğu ve bu ürünlerin gıda güvenliğinin olup olmadığının bilinmediği, Türkiye’de 27 bin gıda sanayi işletmesinden sadece 10 bininin denetlendiği, Tarım Bakanlığı’na bağlı olduğu için-   17 bininin denetlenmediği, tablonun kaygı verici olduğu belirtiliyor…  

Yaşananlardan ve yaşanacaklardan hepimiz sorumluyuz. Hiçbir şey sebepsiz olmadığı gibi hiçbir problem de çözümsüz değildir. Problemlerimizin sebebi; işi ehline vermemektir. Problemler, çözüm makamındakilerin ehliyetsiz ve liyakatsizliğinin sonucudur. Tüm sorunlarımızı çözeriz! Ancak; sorunun kaynağını suçlayarak değil sorgulayarak çözeriz! 

ÇÖZÜM                                                                                                                                                                                                                   Mevcut siyasi anlayışı terk etmek. Eskilerin devamına, aynı siyasi anlayışta oldukları halde farklıymış gibi gözükenlere. Tüm milli ve manevi değerleri istismar ederek milleti ayrıştıranlara. Dün kara dediğine bugün ak diyenlere. Dün ak dediğine bugün kara diyenlere itibar etmemek. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek. Doğruların yanında yer almaktır.

Elli yıldan beri doğrularından zerrece sapmayan, ülke meselelerine sürekli çözümler üretip iktidar ve muhalefeti uyaran, “ Milletim Uyan! Varlığın birliğin geleceğin tehlikede! çağrısında bulunan milli kadroların çağrısına kulak vermek. Milli mücadele ruhuyla el ele gönül gönüle vermek. Yeniden teşkilatlanmak. Devleti ehliyetli gerçek milli kadrolara emanet etmek, hep birlikte ülkemizi Muhteşem Türkiye yapmaktır.

Unutmayalım.” İştirak etmediğimiz çilesini çekmediğimiz bir kurtuluş mümkün değildir.”Türkiye yabancı aklı ile değil; Türk zekasıyla yücelecektir.” 

Milletimizin ve yöneticilerimizin uyanması basiretle hareket etmesi (Yanılmadan gerçekleri görebilmesi, gelecekle ilgili sezgi, uyanıklık, anlayış, kavrayış ve vizyon sahibi olması) dilek temenni ve duasıyla…

Kaynak : Dünyada Gıda Terörü – İsmail Tokalak

 

Yorum Yapın

Navigate