ALGI YÖNETİMİ ve TÜKETİM ÇILGINLIĞINA BULANAN İLETİŞİM  

 

Her eğitimcinin, her ailenin mensubu olduğu toplumun huzur ve güveni ile yarını için yapması gereken şeyler, göstermesi gereken hassasiyetler vardır. İnsanın ve ülkesinin her problemi, varlığın korunması için oluşturulan devletle olur. İnsan ve devletin, hayatın bütünlüğü içinde kurumlarıyla ahenkle çalışması gerekir. Küçük-büyük bütün meselelerini, önceliklerine göre çözüme kavuşturmalıdır. Bu çözümleri güncelleyerek geleceğini koruma altına almalı, bu çözümleri şaşmayan tedbirlerle birleştirmelidir. Kişi hedefiyle, devletin ortak hedefte buluşması ve uyumlu bir bütünlük arz etmesi gerekir. Bütünlük ve istikrarlı seyir, büyük akılların çoğalıp kıymetlenmesini, erdemli insan ve toplumun oluşmasını sağlar. Devlet ile toplum kendini yenileyip geliştirirse, bağımsızlığı büyük huzura, güvene vesile olur. Toplumun moral değerleri, özgüveni artar.    

 GELİŞEREK YENİLENMEK, DOĞRU BİLGİYLE OLUR.

Kendine güvenen, iç benliği oluşmuş, yarınlarına büyük umutlarla bakabilen insanların varlığı gelecek için huzur kaynağıdır. Varlığını anlamlandırıp bir değer haline getiren insanların yetişmesindeki süreklilik; devletin vatandaşını adaletle himayesi, millet-devlet bütünlüğünün sağlanması, hür ve egemen kalmanın ihmal edilemez sigortası haline gelir. Anlayarak görevini en iyi yapan insan, anlayarak yaşayan toplum, anlayan ve ehliyetlerle bütünleşmiş devlet olmak! Kurumların sürekli taze bilgilerle yenilenmesinin sağlanmasıyla gelişmek, “Muhteşem bir Türkiye” olmak özlemini gerçekleştirmek demektir! Zordur ve en şerefli tekâmüldür!

Büyük fikirlerden faydalanmamak, çağın bilgisiyle yenilenmemek ise, gelişmiş toplum olma imkânını yok eder. Özgür olmak, verimli olmak, hatta insan kalmak bile zorlaşır. Fakirlik, cehalet, gerilik kaçınılmaz sonuç olur. Sömürüye uygun bir şekil toplumu esir alır. Üretemez olur, dışarıya bağımlı hale gelir. Güçlülerin sözde yardımı da toplumu kısırlaştırır, kurtuluşu zor bir bağımlılığa sürükler. Emperyalizmin kabarmış iştahını doyurmak zaten mümkün değildir. Verdikçe ister, sonunda istemeden milletin her şeyinin sahibi olur. Bu kuşatmanın sonu; vesayettir, köleliktir!

Bu sonuçta dış etkenlerin tesirleri ne olursa olsun, asıl sorumlu milletin kendisidir. Başkasının gücüyle gelişmek tarihin doğruladığı hâl değildir. Bir süre sonra yardımınıza gelenlerin ülkenizde efendi, kendinizi de köle görürüsünüz. Bu her millet için böyledir ve böyle olmuştur.

Ancak hayatın içinde sürekli akan bilgiyi ışığa-güce dönüştürmenin vasıflı mensubu olanlar, hürriyet ve huzuru hak eder. Aklını kullananlar, yaşadığı hayatın zamanını kıymetlendirmiş olarak arzuladığını yaşar. Aklını kullananlar; dünya ve evrendeki mesajları, kendinden daha iyi anlayanlardan dinleyip öğreniyorlar demektir. Öğrenilip hayata taşınan her şey, alanıyla ilgili bir soruna derman olur. İnsan potansiyelini donatmak, evrenin okunması gereken mesajlarını keşfe çalışmak vazifemizdir. Merakların uyanışına vesiledir. İşte ilim zihniyeti böyle büyük çabalarla şekillenir. Doğru yaşama ibadeti, hayatınızı kuşatır. O zaman sorunluyla kavganız olmaz ve sadece sorunları çözmeyi temel dâvâ haline getirirsiniz.

İLETİŞİMLE BEYİN YIKAMA ve İKNA, SOYGUNUN YENİ MAKYAJINA DÖNÜŞÜRKEN…

“İletişim iki kişi veya kişiler arasında birbiriyle ilişkili mesaj alış verişidir” denir.

Bu tanım doğrudur, ama eksiği olan doğrudur. İnsanın varlığının sosyal, fiziki (maddi) ve manevi değerler bileşeni olması gibi temel özellikleri de yok mudur? Vardır elbette!

O zaman, sadece insan gerçeğine ait bir alanın cevabını anlamaya çalışarak kendi bütünlüğümüze dair olan hakikatin tamamına bu kısmi tanımla ulaşmak mümkün değildir. Bu takdirde; insanın kendisiyle, hemcinsleriyle, diğer varlıklarla (canlı-cansız), inanıyorsa Tanrısıyla münasebetleri ve bu münasebetlerin gerektirdikleri de vardır. Bu seviyeye çıkmanın oluşum çalışmaları gerekir. Bu işin sorumluluğu, ilmi, hukuku ve edebi vardır. Bu gelişme de ancak seçkin varlık kılınan bizlerin insanlaşma bilinciyle olur. Bu husus insanın idrak sahibi olabildiği nispette başarılı olabileceği bir mevzudur.

İnsanı budanmış, küçülmüş bir yapıya indirgedikten sonra, maskeli pazarlara çıkartıp artistik ve tiyatral değerle bilenmiş olarak, diğer insan kardeşiyle münasebetleri asla memnuniyete vesile olmaz. İyi maksatlı iletişimden farklı ve sadece kazanma amacını güden bir ikna sarmalı halinde insanın esir alınması, isteneni tercihe mecbur bırakılması taarruzu vardır. Sapkın amaçlar için iletişim unsurlarını uyuşturucuya bulayarak, hedef kitlelere profesyonellerin cereyanını vererek insanı aleyhindeki bir tercihe ve ona inanmaya zorlanır. Bu tercih; tüketme köleliği lehindedir.

Sonuçtan tek kârlı çıkan: Kapitalizm ve onun sempatik (!) çocuğu olarak liberalizm!

Yani paranın ağa babaları!

Bu “izimler” ile türevleri; algı bozukluğu oluşturarak sürüleştirir. Köleleştirdiklerini, kendi pazar ve nazarında bloke eder. İnsanları bağımlı kılmanın türetilmiş yalanlarıyla, maskeli temaslar sağlayarak satışını ve dolayısıyla kârını artırır. Ama hiç bir münasebeti sadra şifa olmaz. Tükettikçe tükendiren bir keyfe neden olur. Mabede koşar gibi, ihtiyacı olsun veya olmasın insanlar sadece rahatlamak için alış-verişe koşar. Olmayanı harcayarak, harcanmak, geleceği ipotek altına almaktır. Tasarruf zihniyetini tüketerek borç ve israfla batağa yürümektir. Aklı kudretli kılan doğru bilgiden sıyrılınca, kuşatma masrafı azalır! Tek çağrı yeter, tek ve kutsanmış olan!… “Kutsal çağrı” nın(!) çanını reklamlar çalar. Kişiden kişiye değil, para verilen kurumları tetikçi yaparak, hastalığı sürekli kılma çengeli atılır. Batakları yatak ve yalak kıldıktan sonra, ideal, güven, iyilik yapma, yardım yapma meziyetleri tükenir. Hutbeler dinlenen kavala döner.

Siyasi, iktisadi ve kültürel vasfı olan bu vahşi kuşatmanın tükenmiş bir cesedi olur toplumlar.

Savaş dışı gibi görünen bir kuşatmadır bu! Fakat aslında bu bir imha girişimidir, anlayanları için!

Resmi ifadelerde toplumun % 70’ten fazlasının borçlu olmasının nedeni; “ihtiyacını bilmeme, illa da tüketme bağımlılığıdır”. Toplum bu durumda iken devlet israf ve çar-çurları da ayrı bir acı! Kişi başına düşen devlet dış borcu, 10 bin lira civarında! Bu alametlerin ‘kıyamet’ düzenekleri olduğunu anlamayana, tedbirini almayanlara ve gerçek bir ‘millî seferberliğe’ başlatmayanlara şimdilik yazıklar olsun diyoruz!

“EKONOMİK HAYVAN” TANIMI, BİR KÖLELİK ÇIKMAZIDIR!

Evvelinden tanımladıkları, dünden kalma kokmuş artıkla insan; ‘ekonomik bir hayvan’ ise ve ‘liberalizm ile de’ insanların, sermayenin ağalarına secde etmeye, ‘teşekküre’ borçları varsa, her söylenenle yapılan iş, bu sistemin gereğidir. Doğruyu andıran sözleri, acımasızlıklarını unutturma yalanıdır. İnsanı; narin, lâtif, değerli kılan değerlerin uzağında tutmak, süründürmek baş hedefleridir. Mutlu edici münasebetlere yol vermek, sömüren akılların asla kârı değildir! Gücünü, güçsüzleri sömürmekte bulan emperyalizm, aklını kullananları ve gücü olanları asla sevmez! Hainlikle lekeler, geçimsiz ve çapsız addeder! Hayatı ve varlığı sadece kendinden ibaret kabul etmenin kudurganca sapkınlığıyla sömürü, kendini böylece dinselleştirmiştir. Din ve tabu ağırlıklı söylemleri siyasetin merkezine oturtmuştur! İşlerin sevk ve idaresindeki ‘ehliyet’, ‘hak getire’ sayılmıştır!

Bu nedenle, tekelci sermayenin ıslah olmaz zulmünün tek tedavi yolu onu durdurmak ve yalanını anlaşılır kılmaktır!

Kendilerini efendi, diğer herkesi ‘köle’ sayan imansızlığın imanıdır bu! Kabulleri, vahşetlerinin amentüsüdür. Bunların insanlık hayatına çaldığı albenili yalanları, aklı çelen ikna yöntemlerini, “ihanet planlarını” bilmeliyiz. Yalanlarını bile bilimsel kılıklarla, kötü amaçları için ‘yeni trend’ adına okutmaları, toplumları çaresizliğe sürükleyen kirli boyalarının okullardan kazınması lazımdır derim.

Daha çok kazanmak için daha çok aldatmak ve “Rızanın İmâlatıyla” hâkimiyetini sürdürmek derdindedir. Tek derdi budur!

Sermaye, tahrip ettiği tabiatı, insanı, tarihselliği ve dini, okul dedirttiği hâkimiyetindeki kiliseleriyle kendi kullarına ‘yeni adablar’ öğretmektedir. Bunun için çağın popüler bilimleri ve onların kazandırdığı alışkanlıklar; sömürüyü besleyen, benimsetilen kirli imâlatlardır.

Niçin var olduğunu, ne için yaşadığını unutan insandan istenen tek şey; “düşünmeden yaşamak, pervasızca tüketmek ve popüler emirler doğrultusunda çalışmaktır!”

Bu talimat ve emirlere riayet; insanı kendisiyle, diğer kardeş insanlarla asla buluşturmayacaktır. İnsanı toplumsal varlık haline getirmeyecek, hız ve haz sapkını olarak palazlandıracaktır. Bu insan; sorunlarının çareleri için güç birliği yapamayacaktır. Zaten birlik ve dayanışma da semtimizden gideli çok olmuştur. Ego ön plandadır, bunun tatmini gerekir. Kendine tapınma, kendini anlamanın yolunu şimdilik kuşatmıştır!

Dünyaya hâkim olan ‘Emperyal Siyasi ve İktisadi Güç’, kendi dışındaki milletlerin güçlenmesini suç sayar. Başkalarının gelişip huzurlu olmasını istemez ve bundan rahatsız olur. Buna mani olmak için, engeller oluşturur, yerli tetikçileriyle sabotajlar yapar, piyasalardaki malınızı, üretiminizi lekeler. Hülâsa, size rahat vermez! Bu arada varlığınıza amade size güç veren ve sizin de güç verdiğiniz devletiniz yoksa arkanızda işiniz harap! Vergi kaçakçısı, sağlık düşmanı veya bilmem ne olursunuz… Ürettiklerinize karşı nihaî ödülünüz lime lime edilmenizdir! Kendini imar edenlerin ikincil işi; devletini hukukla inşa edip donatmak ve milleti bilimle geliştirmektir. Bunun için deriz ki; şahsi çıkar kurtarıcı ve yarın emniyeti değildir! Millî çıkar önemli! Teklerin kurtuluşu bir gaip haberdir ama “gerçek kurtuluş kardeşlerle”, insanlıkla, milletledir, bunu biliriz!

GÜVEN DUYGUSU GIDASIZ KALIRSA, MİLLETİN AKLI VE AHLÂKI ZAYIFLAR!

“Kuşatıldık ey millet!”, “Gidişimiz hayra değil!” demeniz, belli bir safhadan sonra bir şey ifade etmez! Eğer bozulan dengeler, hüküm süren adaletsizlik, kaptıkaçtılara toplum hayatı teşne olmuşsa; ya teslim olur ve denileni yaparsınız veya mücadele insanları ile birleşir, çözüme katkı sağlamaya çalışırsınız. Mücadeleyi verecekler de ilk etapta belli olmaz, tanıdık da değildir. Faaliyetler dava sahiplerini buluşturur! İnsan insandan sakınır olmuşsa, güven gıdasız kalarak milli ruh zayıflar. Ama iyiler tükenmez! Unutulmayacak husus da budur!

İç ve dış barış bozulmadan, değerler tükenmeden toplumumuzda ‘insan insanın kurdu’ olmaz, olmamıştır da! Onun için ‘var ve hür’ olmanın bütün yolları kanlı gösterilerle beslenmek istenir. Sizi onlara yama yapmak arzularıdır. Her insan, diğer insana, her toplum diğer topluma karşı kavganın sopası haline getirilirse umutlar kurur, güven ve dayanışma kaybolur. Coğrafyalar savaşla-terörle kanlı bir eğlence sirkine dönüştürülür ve kirli amaçların süresi uzar. Oyunların patronu, sirkin şubelerini ve cellatlarının silahlarını bu hava içinde artırır.

Silah; kan demektir, kan dökerek de üretimi yok ederek para kazanmak yeni bir yöntem değildir.

En büyük yatırım; “Reklâma” olur! Reklâm, bir av düzeneğidir, zıpkındır. İsabet alan iflah olmaz!

Bu zorbalardan, katliamın patronlarından kurtulmanın yolu hem zordur, hem de çok kolaydır! Evvela insan olarak kendimizi hakikatle inşa etmemiz, aklımızı doğrularla beslememiz, ülkenizin gücüne güç katmamız gerekir! İçinizde olan ve sizi büyük kılacak inançla buluşmamız gerekir. Sizi fıtratın anlamına uygun bir varlık haline getirecek, ilahî tanımın büyüklüğüne eriştirecek yollar, ciddi adanış ve gayretler gerekir. Sonrasında insan şahsi derdini aşan olduysa, milli bir uzuv haline gelmişse, milleti için teşkilatlanmışsa, aydınlık sökün etmeye başlar. Güç olmak, güçleri birleştirmek zordur. Ama sanıldığı gibi uzun zamanı da gerektirmez. An meselesidir.

Her şey bir kıvılcımla başlar ve olur!

Gücünü bizim kitleleşmemizden yani sürüleşmemizden alan bu baskın ve kanlı yapı, aslında çok zayıftır. Bizim zaafımızdan, cehaletimizden, güçsüzlüğümüzden, gücümüzü birleştirmediğimizden güç alarak beslenir. Bizi var kılacak dost ve düşman bilgisinden habersizliğimiz, bugün sömüren düşmanlarımıza bizi hizmet ettiriyor. Aşkla sömüren, düşmanlarımıza hizmet ettiren bu güç; bizleri, dost ve düşman bilgisinden-bilincinden mahrum kılmıştır. İnsanımıza varoluş gayesini, vatan sevgisini, akıl gücünü artırıp millî bir kuvvet haline getirmeyi öğretmeyenler, bu hâkim yapının hizmetine razı olanlardır. Cesedi yerli, gücü ve fikri ithal olan bu yapı, hep kahramanlık peşinde koşturma numarası ile milletin uyanışı önler! Küresel iktidarların yerel bir temsilcisi olma oyunu içinde, hasta siyasetin biz kılıklılara ihale edilmesi ve bunların beyinlerimizi yıkamalarıyla yalanlarının sevdirilmesi, cehaletimizin kaçınılmaz sonucudur. Bunlar, toplumda albeni sağlayan mistik değerlerle, manevî kılıklı propaganda, algı operasyonlarıyla kendilerini süslü göstermeyi iyi becerirler.

Ama millete kâr sağlayacak işi bu türde olanlar akletmezler, ne hikmetse! Kuklalar, neye binek olduklarını anlamasa bile, kullanıcılar, onların ne işe yaradığını iyi bilirler. Devşirilenlerin ömürlerini ne kadar olacağını bilirler. Sonunda eskiyen pabucu tamir bile etmeden çöpe atarak farklı rol modellerle imaj yenilerler!

Biz de biliyoruz derdimizi ve derdimize dert katanları… Ama içimiz kan ağlayarak!

Bir gün milletimiz de anlar, sevenleriyle buluşur diye de umutla bekliyoruz!

AVCILAR, AVDAN BIKMAZ ve AVDAN DÖNMEYİ HİÇ İSTEMEZ.

Bizi bizimle avlamak, her türlü gayrimeşru yapının kendini meşru gösterdiği cicili kılıfla oluyor.

Düşmanın avı için kaptığı bu insanlar ve gruplar, kimilerinin övdüğü, kimilerinin de sövdüğü taraflardan olur! Öz kardeşimizi kalleşlikle devşirerek veya iğdiş ederek kendilerine hizmet ettirmek, kolay becerilebilir bir iş değildir ve kendiliğinden olmaz. Ciddi bir kuşatmayla, beyin yıkamayla, inandırmayla, siz kılıklı öncüleri onların önüne katmakla, iknayla, algıları bozmayla, operasyonlarla gerçekleşebilir.

Bu ayartılanlar, kültürel ve iktisadî savaşın görünmeyen orduları halinde hasımlarınıza dâhil olup, çıkar uğruna kendini satmanın yaşanan sonucudur. Millî ruhtan, gerçek insan ve vatan sevgisinden mahrum olmanın devşirilenlerle elde edilen bu sonuç, ülkeye pahalıya mal olur. Millet ve devlet olarak görevimizi doğru yapmamışlığımızın acı neticesidir olanlar! Sizin evladınıza, sizden daha fazla başkaları sahipse, onları kullanıyorsa, siz evlatlarınız için gerekenleri yapmamışsınızdır ve onların kucağına atmışsınız demektir.

Bir bakınız lütfen: Bu ülkenin iyi okullarında okuyanların, okul sonrası çalışmak için başka ülkelere göç etmeye adeta mecbur olması, bizim için utanç verici olmalı değil midir? Eğer azıcık millî haysiyetimiz varsa, sadece bu durum, uykularımızı kaçırmalıdır, değil mi? Milletimize revâ görülen bu durum, yani büyük sermayeye doğru olan beyin göçü, bizim için kayıptır! Bunların neden gittikleri, gidip dönmedikleri hususu namuslu bilenlere acı verir olmalıdır. Tedbirleri ivedilikle alınmalıdır! Donanmış aklın rahat etmediği bir ülke durumuna düşmek, siyaset için utanç vesilesi olmalıdır. Paramızla yetiştirdiğimiz, adeta utanmadan ve sevinerek de yolladığımız evlatlarımız, terk edilmişliği, geleceğin hebâ edilişini alenileştirmiyor mu?

 

FTÖ’ NÜN İNSAN AVCILARI VE İHANET SAVCILARI…

FTÖ’ nün insan avcılığı, bizim bu boşluğumuzdan faydalanmasıyla palazlanmıştır. Beyinlerimizi, adı ‘hizmet’ olan yalanlarla-aldatmalarla-soygunlarla toplayıp, vaat ettiği ikbâl (yalancı cennetler) uğruna da onları kirletti. Önce ‘prestij’ sahibi kılarak, düşmanın beşinci kol faaliyetlerinde kullandı, kullandırdı. Hainlere yarayan darbenin büyük bir parçası olarak sonunda Türkiye’mizi bölmeyi arzuladılar, kaos oluşturdular, iç savaşı tutuşturmak istediler. İşin gerideki görünmeyen amir parçası da ağababalarıydı. Onlar, millet evlâdının yoğun iletişim yöntemlerini kullanarak, akıllarını yönetti, ülkesine ihanet edebilen akılsızlar haline getirdi.

Bunları söyleyip dururken hain paralelin benzeri olan ama ses çıkarılmayan, örtülenleri veya alkışlananları da unutmamalı, bilmeliyiz! Aklı bozan, gafil, kendini milletine ait hissetmeyen, genç-yaşlı, insanlarımızın kanına giren bir kısım sol-sağ ve yerli-yabancı, cemaat ile tarikatlardan devletimizin “paraleli olan” daha çokların varlık gösterdiğini de hatırlatalım!

“Dert bir değil, elvan, elvan” dendiği gibi işin türküsünü söylemekle kalmayalım şimdilik. Devlet olarak onları da ifşa edip, üstlerindeki örtüleri kaldıralım ve onları da bir hizaya sokalım. Bu topraklarda haşhaş ekenlere ses çıkarmadan, meczuplukların ardından “Haşhaşilerrr!” diye haykırmak çare iş’ olmazsa gerek!

Oy gitmesin ama soy bitsin ifadesini üst katmanlardan duyar gibi oldum! Örtülenleri şimdilik yok sayacağız ama pislikleriyle bir gün uyanacağız ve ağlayacağız! Öyle mi? O zaman da: “Bu millet, büyük millet, bir şey olmaz!” dedirtir, büyük kazıkçılar! Teselli eder gibi konuşurlar!

Tek işi, ülkeyi küçültmek, ülküyü yok etmek olanların her zaman sözü, ihanete başlarken ilk sözü ve bitirirken de son sözü, ‘büyük ve hoşa giden yalanlar’ olmuştur. Bu biline!

 

 

 

İKTİDARIN MUHALEFET GİBİ ŞİKÂYET ETMESİ O.Y.U.N-(U) ARTIRIR

Milletimiz asıl sorunu doğru anlayıp, geleceğin büyük kutuplaşmalarına insanımızı alet eden bu girdapları artık kapatmalı, kontrol altına almalı, ihanete alet şebekeler olmalarını önlemelidir deriz. Eğitimle, yabancı kültür istilasıyla, peşkeş çekilen geleceğimiz olan genç evlatlarımız, “ihanetin öldürücü kucağından” artık kurtarılmalıdır! Toplumu ecnebi ve bölücü esaretinden kurtarmanın tedbirleri alınmalıdır!

Balçıkları oluşturup, sinek avcılığına çıkmak; ahlak ve vicdan yoksunluğudur, reklamdır, oyalamadır!

Kardeş insanın, kardeş olmuş milletin gücü, her türlü oyunu çiğner. İnşallah çiğneyecektir ve ezip geçecektir. Yeter ki, irade ve idare sahibi yöneticiler olsun! Millet sahipli olsun!

İşte… Tahrip eden bir hâkimiyet için, canla-kanla beslenen emperyalizmin böylesi bir açlığı ve uyutan oyunu var. Onun sadece bizimle sınırlı olmayan ama insanlığa karşı yürüttüğü bir savaş var! Bunu anlamalıyız! Kendimize gelerek insanlığa iyilik yapmalıyız! Fikrî ve hukukî mücadele yaparak, devlet ve milletimize sahip çıkmalıyız. Milletin derdini, milletin kendisine, her kesimine vakit geçirmeden anlatmalıyız. İhanetlerin sahte vitrinlerinin ardını, bağımsızlığımıza kasteden kirli emelleri milletimize göstermeliyiz.

Görülen, anlaşılan odur ki; insanın zihin yapısı, alışkanlıkları tahrip edilerek emperyalizme uygun, hatta tutkun hâle getirilebilir. “Tek çarenin teslimiyet!” olduğunu gösteren büyük yalanları kusturmak gerekir. “O güçlere teslim olmazsan, bir şey yapamazsın” yalanı, sadece köleleri korkutur! Bu yalana inanırsanız; onların da sadra şifa kültürünüze, kaybolan değerleri onarıcı insanlığınıza muhtaç olduğunu bilmiyorsunuz demektir!

Hülasa: Mücadele gerekli! Kavgasız, bir karşı propaganda, anlama, anlatma ile başarılacak bir mücadele! Bu kavga, ‘hakikati bilmek’ ve onun davetiyle olur! Bu iş, sopalı bir kavga, kinli bir öteleme hiç değildir. “Zalime yardımcı olmak; onun zulmüne engel olmakla mümkündür” demez mi Hz. Peygamber? Her türlü vasıta ve yalanı, bizim kılığımıza uygun maskeleri kullanmakta sakınca görmeyen bu soyguncuları iyi bilmemiz gerekir. Bilmek akılla, aklın ulaştığı hikmetle ve ahlâkı başa taç etmiş hukukla olur.

 

YANLIŞIN MASKESİ, GERÇEĞE TALİMLİ AKILLA ve KADİR DEVLETLE DÜŞER!

Doğruyla beslenmiş akılla ve devletimize sahip olmakla gelecek korunur, hürriyet elde edilir.

Akla ulaşan doğrunun ışığı, yanlışın maskesini düşürebilecek tek kudret elidir.

Şekillenmiş, şahsiyet olmuş, kemâlini bulmuş ahlâk; devlet büyüklüğü içinde müesses hukukî varlığıyla insan düşmanlığına manidir. İnsana sahip çıkarak, yanlışı ıslah ve hukuk konusu yaparak tedavi olur. Yanlışlara mani olmak için aklı hakikatle beslemek ve insanını himayeye muktedir devletin oluşturulmasıyla mümkündür.

Huzur, barış, verimlilik gibi görünür durumlar ancak insanın kendisi olmasıyla, kendi bütünlüğünün tanımına uymasıyla yaşanır. Kendi kültürümüzü ilmin eleklerinden eleyip yenileyerek, medeniyetimizin sosyal sistemini hayatımız için geçerli kılabilir, erdemli yolun açılmasını mümkün kılabiliriz. İnsan; karnı doyunca veya birinin reklâm ve pazarlama memuru olunca iç doyuma, toplumsal bütünlüğün huzuruna ulaşamıyor. Bu yalanın, sığlığın tacirleri insanı “mutfak-tuvalet-yatak odası” içinde yok etmek istiyorlar. Hâlbuki insanın tek derdi, doymak, arpası bol olmak değildir! Zaten aklı ve gönlü tok olan çare adamıdır, karnı hiç aç kalmaz!

Asıl dert; insan kanını ve arpayı çok sevenleri tanımamamızla başlar!

Hakikatsiz, milletsiz, güçsüz (ve Tanrısız) kalmak; her şeysiz kalmaktır. Köle, sürü, muhtaç kalmaktır.

Sadece biyolojik ihtiyaçlarına mahkûm kılınarak hayvanlaştırılan insanlığa dayatılan görünürdeki her yenilik, soygunun ada değiştirmesidir, asla zenginleşmek değildir. Çağımızda üst zaviyede medenî gibi görünen her türlü diyalog, iletişim, propaganda, av maksatlıdır. Yeni amaçları için boyunduruğu takma aldatmacasıdır. Güçlü herkesin, zayıf herkesi kandırma hukuksuzluğudur! Bu konuda en faal olanların, en çok rol üstlenenlerin vitrinleri daima süslüdür. Altın musluklardan akan kan, kendilerini efendi olarak hiç fark etmediklerimizin bize yalandan yeni ikramıdır, ‘gel veya ol’ dedikleri! Bir musluktan giren kan, diğer musluktan para olarak sadece kendi kasalarına akar. Bunların her yeni söylemi, popüler sözlerle kendini sevdirmesi ve ikramı, şekil değiştirmiş yeni soygun demektir. Zihniniz ve düşünceniz işgal edilerek propagandanın esiri, kölesi olursunuz. Algı yönetimi, propaganda ile sağlanır. Dış propagandadan korunmayan millet, psikolojik savaşın mağdurudur. Zaten hâkim propaganda, ‘seçeneklerin, davranışların, hileli yönlendirme yoluyla yönetilmesi’ değil midir?

Efendiler(!), bu iğfalin, hâkimiyetin devamını; ikbal, imkân ve iktidar verdiği memurları vasıtasıyla sürdürür. Onların memurları; okumuşlardır, cepleri iridir, dil ve din barajını aşmışlardandır. Bunlar; Küreselizm için istikbâl vaat eder hâle gelmişlerdendir. Milletlerinin istiklâlini karartarak istikbal vaat ederler tabi!

Tüccarlar; rol alır, rol satarlar. Makyavelizm, aldatıp köleleştirme, soygun, çılgın tüketim; iletişim diliyle temellendirilir ve yeni keşfedilmiş yalanlar için önemli sermaye kılınır. Verdiğine değil, aldığına kitlenenler; reklâmı bunun için üretimden daha önemli kabul eder. Çünkü reklâm, insanlara ihtiyaç olmayanı bile temel ihtiyaç haline getirebilir. Dilin edebinden sıyrılarak, yalanın pazara çıkması, bu kanlı sermayenin kazancını artırır. Kalite ve doğrunun reklama ihtiyacı yokken; çürük ve zararlı olan, ülke batıran, milli üretim yalan reklamla ahtapot gibi sarılır. Her yanı ve ülkemin her yanını güya bizden onay almış siyaset vasıtasıyla sararlar!

Ben galiba bu düşüncelerimden dolayı, mikro ve makro varlığımızın küçülerek erimesini keşfettim. Ahtapotun görünmez veya sevimli kılınan kolları bana ve size uzadığındandır ki, el sürülen her organımız yaralıdır ve yaraları kanıyor. Benim yaralarım bu hâl içinde kanarken acaba sizde de bir kanama var mı veya siz de bu kanamanın farkında mısınız?

Yorum Yapın

Navigate