DİNLERDE VE İSLAM’DA MEHDİ ANLAYIŞI

Ali RIZA

Sözlükte “doğru yolu bulmak, yol göstermek, rehberlik etmek” anlamındaki hüdâ, hidâyet kökünden türemiş, hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş, yola gelmiş, Allah’ın doğru yola erdirdiği kişi demektir.

Dini bir terim olarak Mehdi, kıyamete yakın bir zamanda zulüm ve kötülüğü ortadan kaldırıp adaleti ve İslam’ı yeryüzünde hâkim kılacağına öne sürülen kişi olarak tanımlanır.

İleride gelecek bir kurtarıcı (mesîh, Mehdi) inancı büyük dinlerde olduğu gibi ilkel dinlerde de görülmektedir. Bu inanç bir bakıma tarihte ve günümüzde bazı dinî-siyasî hareketlerin güç kaynağını oluşturmaktadır. Kavramın içeriğindeki ahir zaman, hükümdarlık, kurtarıcılık gibi ana özellikleri değişmemekle birlikte içinde bulunduğu dinin ve kültürün karakterine göre ayrıntılarda farklılıklar görülmektedir.

 

İslâm Öncesi Din ve İnançlarda Mehdi Kavramı

Mehdi kavramının kökleri ve gelişmesi konusunda Batılı araştırmacılar iki görüş ortaya koyarlar. Birincisi, Mehdi inancının Sümerlerde doğduğu, Bâbillilerde ve Mısırlılarda geliştiği ve bu iki kanaldan dünyaya yayıldığı düşüncesidir.

İkincisi, Mehdi inancının her dinin kendi içinde, kendi tarihî, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğup geliştiğidir.

Dinlerin çoğunda, insanlığın maddî ve manevi sıkıntılarını sona erdirecek, sosyal ve dinî hayatı ideal olgunluğa ulaştıracak bir otoritenin geleceği inancı vardır. Mevcut durumda ideal mutluluğu bulamadıklarına inanan insanlar, hayatın daha da kötüye gideceğinden endişe ederler. Geleceği beklenen ideal zamanın vakti ve süresi her dinde merak konusu olmuştur. Genelde bu süreç dünya hayatının sonlarına doğru öngörülmüştür.

Hinduizm’e göre ülke barbarlar tarafından istilâ edilecek, dinin inanç öğretisi yok olacak, barbar hükümdarlar halkı soymaktan başka bir şey düşünmeyecektir. Halkın kıymetli eşyalarını, kadınlarını, kızlarını ellerinden alacaklar, asaletin tek şartı zenginlik olacaktır. Aile bağları çözülecek, kimse evlenmek için bâkire aramayacak, kadınlar kocalarına sadakat göstermeyecek, çocuklarını henüz ana rahminde iken öldüreceklerdir. Tabiatın düzeni de bozulacak, mevsimlerin ahengi kalmayacak, yağmurlar zamanında yağmayacak, nehirler ve dereler kuruyacaktır. Devrin sonuna doğru ağaçlar otlara dönüşecek, insanlar kıtlık korkusuyla yaşayacaktır. Hinduizm’deki bu felâket tasvirlerinin benzeri Mecûsilikte, Yahudilikte ve diğer dinlerde de vardır.

Mehdi, Yahova Şahitleri’ne göre Mesîh 1975’te; eski Şia rivayetlerine göre on ikinci imamın gaybı ihtiyar edişinden altmış gün, altmış ay veya altmış yıl sonra; Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre 1284’te görünecektir. Bu tür hesaplar diğer dinlerin inananları arasında da yaygındır.

Mehdilerin iktidar süreleri Hinduizm, Mecûsîlik ve Hıristiyanlıkta biner yıl olarak düşünülürken Budizm’de 84.000 yıla kadar çıkarılmıştır. Bu süreç Yahudilikte kırk, yetmiş veya dört yüz yıl öngörülür. İslâmî rivayetlerde ise iki yılla kırk yıl arasında çeşitli sayılar nakledilir. Çeşitli dinlerde yer alan bu hesaplar, inananlarını daima hayal kırıklığına uğratmasına rağmen dar çevrelerde güncelliğini sürdürmektedir.

Kimlikleri her dinin kurucusunun özelliğini taşıyan Mehdiler kurucunun soyundan gelir. Saoşyant, Zerdüşt’ün; Mesih, Davud’un; Mehdi, Hz. Muhammed’in soyundan olacaktır. Bunlar Sünnî Müslümanlarda müstakbel bir şahsiyettir. Şiî Müslümanlarda ise daha önce yaşamış, vaad edilen dönemin zamanı gelmediği için bekleme süresini insanlardan gizlenerek tamamlamaya çalışan, zamanın olgunlaşmasını bekleyen tarihi şahsiyetlerdir. Nitekim Hz. İsa bu süreyi gökte Tanrı’nın sağında oturarak beklemektedir(!?)

 

Mehdiler Olağanüstü Sıfatlara Sahip midir?

Mehdilerin diğer insanlardan ayrı olarak olağanüstü sıfatlara sahip olduğu düşünülür. Onların tanrısal benliğe sahip olduğuna veya üzerlerinde Tanrı’nın özel rahmetinin bulunduğuna inanılır. Hata yapmazlar, diledikleri zaman mucize gösterirler, mensubu oldukları dinlerin kutsal kitaplarını öğrenirler. Yeni bir meseleyle karşılaştıklarında Tanrı onları vahiy ve ilhamla aydınlatır.

Mehdilerin yaşayacakları ve faaliyetlerini gösterecekleri bölgeler, mensubu bulundukları dinlerin merkezî yayılma alanlarıdır. Dünyaya hâkim olacakları söylenirse de yer isimleri dinlerin bilinen coğrafyalarının dışına çıkmaz.

Yahudiler, Mesih’in Hz. Davud soyundan geleceğine, kutsal bir güce sahip olacağına, Tanrı’nın himayesi sayesinde günah işlemeyeceğine inanırlar. Yahudilere göre Mesih, Kudüs’ü başşehir yapacaktır. Mesih, Kudüs’ü putperestlerden temizleyecek, dağılmış İsrâiloğullarını tekrar toplayacaktır. Diğer din mensuplarını ve dünyayı hâkimiyeti altına alacak, Ye’cûc ve Me’cûc ordularını imha edecek, Roma’yı ele geçirecek, Habeşistan’ı, Mısır’ı ve Arapları vergiye bağlayacak, Tevrat’ı Yahudi olmayan milletlere de öğretecek, Süleyman Mabedini tekrar yaptıracak ve dinî kanunları uygulayacak bir kraldır. Mesihi diğer insanlardan ayıran özellik onun Tanrı’nın yeryüzündeki vekili olması, Tanrı’nın özel lütfuna sahip bulunmasıdır. Mehdi devrinde Kudüs ve çevresi Cennet bahçelerine benzeyecek, çöller ormanlara dönüşecek, hayvanların tabiatı değişip vahşilikleri kaybolacak, kurt ve kuzu beraber bulunacaktır. Bu tür beklentiler diğer Mehdi anlayışlarında da vardır.

Bazen Mehdi, ideal bir devlet adamı, sosyal reformcu, dinin kurallarını hayata geçirecek Peygamber ve rahip olarak da düşünülür. Mesela sömürge altındaki Yeni Gine halkının ve Amerikalı Kızılderililerin inancına göre gelecekteki kurtarıcı, yabancıları ülkeden kovacak, eski dinî hayatı geri getirecek bir kahramandır. Hindularda Kalki dinin zayıflayan öğretisini yenileyecek, kutsal kitap Vedalar’ı zamana göre tefsir edecek ve şeriatı uygulayacak olan insan suretine girmiş bir ilahtır.

Mehdi sonrası devir parlak bir günü takip eden karanlık bir gece gibi düşünülür. Mesîhler kendi dönemlerinin sonuna doğru hâkimiyeti Tanrı’ya bırakacaktır. Bu olayları ölenlerin dirilişi ve hesap günü takip edecektir. Müslümanlara göre de Mehdi dönemini sosyal ve tabii felâketler takip edecek, kıyametle dünya hayatı son bulacaktır.

 

İslâm İnancında Mehdi

Mehdi nitelemesi ilk defa Hassân b. Sâbit’in bir şiirinde Hz. Peygamber’e yönelik olmuştur. Daha sonra Hulefâ-yı Râşidîn’in (ilk dört halife) yanı sıra Hüseyin b. Ali ve bazı Emevî halifeleri için de kullanılmıştır. İslâmiyet’te Hulefâ-yi Râşidîn devrinin arkasından başlayan iç savaşların tarihî, siyasî ve psikolojik tezahürleri, Mehdi anlayışına sebep olmuştur.

Mehdi kelimesinin bir inanç konusuna dönüşme süreci, ilk defa Abdullah b. Sebe mensupları, Hz. Ali’nin ölmediğini ve kıyametin kopmasından önce dünyaya dönüp zulümle dolan yeryüzünde adaleti hâkim kılacağını ileri sürmesi ile başlamıştır.

Bununla birlikte Mehdi inancının, daha çok Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinin ardından Kâ’b el-Ahbâr’ın Yahudilik’ten İslâm dinine taşıdığı sanılan rivayetlerin etkisiyle ortaya çıktığını ve hilâfetin Hz. Ali’nin soyundan gelenlere ait bir hak olduğunu savunan gruplar arasında yayıldığını söylemek gerekir.

Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi üzerine Muhtâr es-Sekafî ve Keysân’ın öncülüğündeki Keysâniyye’ye bağlı bir grup, Hz. Ali’nin oğullarından Muhammed b. Hanefiyye’nin Müslümanların gerçek halifesi ve yegâne kurtarıcısı olduğunu iddia etmiştir. Vefatında Medine’deki Cennetül Baki Kabristanı’na defnedildiği halde onun ölmediğini ve Radvâ dağında yaşadığını, kıyametin kopmasından önce Mehdi olarak geri gelip dünyada adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüştür. Böylece Mehdilik ilk defa Keysâniyye tarafından VII. yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılmış ve diğer Şiîlere intikal ederek Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır.

Hz. Hasan veya Hüseyin’in neslinden gelecek olan bu kurtarıcının adı Sevgili Peygamberimiz (sav) adına, babasının adı da onun babasının adına uygun olacak (Muhammed b. Abdullah = Abdullah’ın oğlu Muhammed) ve zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracaktır. Beş, yedi veya dokuz yıl hüküm sürüp bütün Müslümanları hâkimiyeti altına alacak, iktidarı sona erince de kıyamet kopacaktır. Şiilerde Mehdi inancı iman esaslarındandır. Onlara göre beklenen Mehdi gelecek ve yeryüzündeki zulme son verecektir.

 

Emeviler, Abbasiler, Şiiler, Sünniler ve Mehdi!..

Süyûtî, Sünnî kaynaklarında nakledilen Mehdi rivayetlerinin kırktan fazla olduğunu söyler. İsnâaşeriyye Şîası’na ait kaynaklarda bunlara 200’ü aşkın rivayet eklenir. Bu rivayetlerde daha çok Mehdi’nin on ikinci imam Muhammed b. Hasan olduğu iddia edilir. Ona Mehdi el-Muntazar da denilir.

Şiî fırkalarından Nâvûsiyye ise Ca’fer es-Sâdık’ın vefatından sonra onun ölmediğine ve Mehdi olarak bir gün zuhur edeceğine inanmıştır. Emevîler de Süfyânî adını verdikleri kendi Mehdilerini icat etmişler ve buna dair hadis uydurmuşlardır. Emevîler’den sonra iktidara gelen Abbasîlerin yöneticileri de Mehdi’nin kendilerinden çıkacağına dair hadis uydurup insanları buna inanmaya davet etmişlerdir. Abbasîler bir taraftan kendi Mehdilerinin çıktığını söylerken diğer taraftan âhir zaman Mehdi’sinin gelecekte zuhur edeceğini de kabul etmişlerdir. Mehdi inancı Hâricîler arasında da görülmüş ve onlar Ali b. Mehdi’yi kendi Mehdi’leri ilan etmişlerdir.

Önce Şiîler, ardından Emevîler ve Abbâsîler arasında yayılan Mehdi inancı, IX. yüzyılda hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ve hadislerin sıhhati konusunda titiz davranmayan muhaddislerce Mehdi rivayetlerinin kaynaklara alınmasının ardından Sünnîler arasında da benimsenmeye başlanmıştır. Ancak erken devir Sünnî literatüründe bu inanca hemen hemen hiç temas edilmemiş, konu daha çok hadisçilerin dâhil olduğu Selefiyye’ye ait eserlerde yer almıştır.

Tarih boyunca sosyal sarsıntılara ve zulme maruz kalan toplumların bir moral kaynağı olarak benimsedikleri anlaşılan kurtarıcı ve Mehdi anlayışı hakkında İslâm tarihinde değişik görüşlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

 

İslam Tarihinde Mehdi Anlayışları

  1. İsnâaşeriyye Şîası, (On İki İmam Sistemini Benimseyen Şiî Fırkası) dünyanın son zamanlarında belli bir sülâleden belli vasıf ve yeteneklere sahip bir Mehdi’nin geleceğini kabul eder.

Tasavvufta, Ferîdüddin Attâr, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadreddîn-i Konevî ve Abdurrahman Câmî gibi mutasavvıflar veya mistik ruhlu kişiler de aynı kanaate sahiptir. Bu anlayışa göre kıyametin kopmasından önce Müslümanları içinde bulundukları kötü durumdan kurtaracak bir Mehdi çıkacaktır. Bu da “Sahibüzzaman” olarak da anılan on ikinci imam Muhammed b. Hasan el-Mehdi’dir. Babasının vefatından (m. 874) sonra insanlardan gizlenen Muhammed el-Mehdi ölmemiştir. Deccâl’in ortaya çıkışının ardından Mekke’de zuhur edip iktidarı ele geçirecek, zalimleri cezalandırıp adaleti hâkim kılacak, ilâhî emirlere itaat edilmesini sağlayacak ve Müslüman olmayanları öldürecektir.

  1. Aynı anlayış çerçevesinde Hz. Hüseyin’in soyundan gelen on ikinci imamın beklenen Mehdi olduğuna dair birçok rivayet nakledilir. Bu rivayetlerin sayısının 6.000 civarında olduğu ve 400 kadarının Sünnilerin muteber saydığı hadis kaynaklarında da yer aldığı ileri sürülür. Mehdi’nin zuhurunu kabul edenlere göre bu husus aklen de sabittir. Çünkü sonunda başarıya ulaşılacağı ümidini taşımadan zulme karşı direnmek ve adaletin hâkim olduğu bir düzeni gerçekleştirmek mümkün değildir. Mehdi inancı ise böyle bir mücadeleye girişmeye zemin hazırlamaktadır. Mehdi’nin asırlarca yaşaması akla ve bilime aykırı görünse de Allah’ın gücüne göre imkânsız sayılmaz.
  2. Mehdi’nin zuhuru hakkında nakledilen birçok rivayetin etkisiyle olacaktır ki Selefiyye ile hadis âlimleri, Şîa’nınkinden farklı da olsa âhir zamanda bir Mehdi’nin geleceğini kabul etmişlerdir. Onların anlayışına göre kıyametin büyük alâmetlerinden biri olan Mehdi, Hz. Hasan veya Hüseyin’in soyundan gelen bir ailenin çocuğu olarak Medine’de doğacak, Mekke’de Mehdiliğini ilan edecektir. Adı Muhammed b. Abdullah’tır.

Mehdi, ilâhî emirleri hayata geçirecek, sünnetleri ihya edip bid‘atları ortadan kaldıracak, başta Cebrâil ve Mîkâil olmak üzere meleklerden oluşan orduların da desteğiyle dünyanın tamamına hâkim olan bir devlet kuracaktır. Tevrat ve İncil’in asıllarını bulup Ehl-i kitabın Müslüman olmasını sağlayacak, zulmü kaldırıp adaleti tesis edecek, devrinde herkes zenginleşecek, barış ortamını gerçekleştirip düşmanlıkları sona erdirecektir. Yedi yıl süren bir iktidardan sonra Hz. İsa gökten inecek ve Deccâl’i birlikte öldürdükten sonra yönetimi ona devredip otuz beş veya kırk yaşlarında vefat edecektir. Sünnî kelamcıları ise eserlerinde Mehdi inancına ya hiç temas etmemiş veya kıyamet alâmetleri arasında kısaca değinip bunun aslî bir inanç konusu olmadığına dikkat çekmişlerdir.

  1. Dünyanın son zamanlarında adı, soyu, nitelikleri ve icraatı belli bir kurtarıcının geleceğine dair açık bir nas bulunmadığı, aklın da bunun mevcudiyetine hükmetmediği düşüncesinden hareketle Mehdi’nin zuhurunu kabul etmeyenler arasında Kadı Abdülcebbâr, İbn Haldûn, M. Reşit Rıza, Ahmed Emin, Ferit Vecdî, Abdullah es-Semmân ve Abdullah b. Zeyd gibi eski ve yeni âlimler yer almaktadır. Bunların değerlendirmesine göre Mehdi hakkında rivayet edilen hadisler ya zayıf veya uydurmadır.
  2. Çağdaş bazı âlimlerle Zeydiyye’nin büyük çoğunluğu, İsnâaşeriyye ile Selefiyye’nin benimsediği Mehdi anlayışını kabul etmemekle birlikte İslâm tarihinin belli dönemlerinde dinî hayata canlılık getiren ve getirmeye devam edecek olan bazı seçkin kişilerin Mehdi olarak nitelenebileceği kanaatini taşımaktadır. Ancak Zeydiyye bu anlamdaki Mehdi’nin sadece Hz. Fâtıma soyundan gelebileceğine inanmaktadır. Bunların anlayışlarına göre iyiliği emredip kötülüğe engel olma görevini yerine getiren ve dinî hayatı canlandıran her dinî-siyasî lider Mehdi konumundadır.

 

Özet

Mehdi inancının menşeiyle Müslümanlar arasında ortaya çıkışının sebepleri hakkında ileri sürülen farklı görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:

  1. Mehdi anlayışı her toplumda yankı bulan bir sığınma mekanizmasıdır. Sosyal şartların bozulup zulmün arttığı dönemlerde halk bir kurtarıcı beklentisi içine girmiş, daha sonra bu beklenti dinî bir inanca bürünerek Mehdi inancı şeklinde ortaya çıkmıştır.
  2. Mehdi anlayışı Yahudilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm gibi dinlere ait bir inanç olup Kâ’b el-Ahbar ile Vehb b. Münebbih tarafından Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler yoluyla Müslümanlar arasında yayılmıştır.
  3. Mehdilik, iktidar mücadelesinde yenilgiye uğrayan veya mevcut iktidarını güçlü kılmak isteyen siyasi zümreler tarafından ortaya atılmış, önce aşırı Şîa, ardından mutedil Şîa ve Sünnîler tarafından İslâm dinine mal edilmiş siyasî kökenli bir inançtır. Şiî düşüncesinden etkilendiği kabul edilen tasavvuf ehlinin Mehdi inancını benimsemesi bu inancın Müslümanların çoğunluğu arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır.
  4. Mehdi inancı yabancı kültürlerden etkilenmiştir. Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali’ye Mehdi diye hitap edilmesi ve Muâviye b. Ebû Süfyân taraftarlarınca Osman b. Affan’ın aynı unvanla anılması bunu kanıtlar.
  5. İsnâaşeriyye Şia’sı ile Sünnilerce benimsenen görüşler gerçek bilgilere aykırıdır. Kanıt diye gösterilen hadisler ise yukarıda belirtildiği gibi zayıf veya uydurmadır. Mehdinin kimliği, soyu, nitelikleri hususunda nakledilen bilgilerin çelişkili olması ve her mezhebin kendi Mehdi’sini icat etmesi bunun kanıtları arasında gösterilebilir.
  6. Ayrıca rüşdünü idrak etmemiş bir çocuk olan Muhammed b. Hasan’ın on iki asırdan beri yaşamakta olması ve ortaya çıkacağı zamana kadar yaşayacağı iddiası bilimsel yönden tutarsızdır. Eğer Allah, salih bir kulu vasıtasıyla zulmün kaldırılıp insanlar arasında adaletin hâkim kılınmasına yardım edecekse O’nun bir çocuğu asırlarca yaşatması yerine bu değişimin vuku bulacağı zamanda murat edeceği bir kişi vasıtasıyla bunu gerçekleştirmesi daha makuldür. İnsanların aldatılmasına ve dolayısıyla fitneye sebep teşkil eden bu tür anlayışlar yanlıştır. Ayrıca nesep âlimlerince, Hasan el-Askerî’nin bir çocuğu olmadığı ifade edilmiştir. Mehdi’nin Hz. Hüseyin veya Hasan’ın soyundan çıkacağı iddiası da soyla övünmeyi ön plana çıkaran Câhiliyye düşüncelerini çağrıştırmaktadır.
  7. İsnâaşeriyye Şîası’nca benimsenen Mehdi inancı ile Ehl-i sünnet çoğunluğuna sirayet eden Mehdi inancı arasında fonksiyonları açısından özde bir farkın olmadığı görülür. Bu durum Mehdi inancının Ehl-i Sünnet’e Şîa’dan intikal ettiği ihtimalini güçlendirmektedir. Muhammed el-Mehdi’nin 874 yılından beri yaşadığını kanıtlamak için herhangi bir ayet yoktur.
  8. Kur’an-ı Kerim’de Mehdîlik konusunda herhangi bir ayet yoktur. Buhari ve Müslim gibi güvenilir hadis kaynaklarında da Mehdi ile ilgili bir hadise rastlanmamıştır. Bu iki eserin dışındaki hadis kaynaklarında Mehdi ile ilgili rivayetler vardır. Ayrıca bu konuda ümmetin icmâı söz konusu değildir. Bu sebeple Mehdîlik akâid konusu olarak değerlendirilmez.

9.Mehdi kelimesi yola gelmiş kişi demektir. Bu manada her Müslüman Mehdi’dir yani yola gelmiş kimsedir. Kur’an-ı Kerim açıkça Allah’tan başka kimsenin yola getiremeyeceğini defalarca ifade etmiştir.1

  1. Mehdi inancı, İslâm tarihinin akışında birçok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse Mehdi olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp Müslümanların sosyal birliğini parçalamış ve savaşlara yol açmıştır. Hareket noktası olarak ileri sürülen iddiaların aksine Mehdi inancı insanların zulme karşı harekete geçilmesini engellemiştir. Kitleleri Mehdiyi beklemeye itmiş, zulmü Mehdi dışında birinin yok edemeyeceği düşüncesini zihinlere yerleştirmiş ve Müslümanları maalesef pasifliğe sürüklemiştir.
  2. Beklenen kurtarıcı düşüncesi, kendilerine yapılan zulmü engelleyemeyen düşkünler ideolojisini içerir. Ezilen kitleler, olumsuzlukları değiştirmede başarısız kaldıklarına inanmaları durumunda, kendilerini karanlıktan aydınlığa çıkarıp, yaşadıkları bozuk toplumsal yapıyı değiştirecek bir manevi güç olan Mehdî’yi daima beklemişlerdir.
  3. Kur’an-ı Kerim, Müslümanların Mehdi’yi beklemelerini değil İslam’ın emirlerine iman etmeyi ve imanlarının gereğini yerine getirmeyi emreder. Her Müslümanın insanlığa doğru yolu gösterme konusunda büyük bir gayret göstermesi gerekir.

 

……………………

Not: Bu yazı hazırlanırken büyük ölçüde Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi c. 28, s. 369-374’ deki Mehdi maddeleri bölümünden yararlanılmıştır.

  1. Yunus s, 99, Kaf s, 45, Şura s, 48, Gaşiye s,21-22, Şuara s, 2-3,Kasas s, 56. ayetler.

Yorum Yapın

Navigate