ELVAN KAYA AKSARI
16.yüzyılda yaşadığı varsayılan Köroğlu sadece bir kişinin adı değil aynı zamanda bir karakterin ve bir duruşun da adıdır. Osmanlı toplumundaki sosyal adaletsizliklerin yavaş yavaş tezahür ettiği ve birçok tarih kitabında devlet yönetimine rüşvetin bulaştığı milat olarak kabul edilen bu asır, Anadolu’daki süregelen sıkıntılardan ziyade Rumeli ve ötesindeki fütuhatla anılmıştır. Nitekim Köroğlu’nu tanımamız için Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini beklememiz gerekecektir ki bu da çarkların duraklamaya başladığı 17. yüzyıla tekabül eder.
Köroğlu bahsini açmadan evvel Don Kişot hakkında da birkaç kelam etmek gerekecek. Don Kişot, içinde yetiştiği şövalye kültürünün muzip ve zekice tenkit edildiği pikaresk bir romanın temiz hislerle yüklü başkarakteridir. Hayatı çalkantılarla geçen, harbi de esareti de gören, Türk topraklarındaki rehinelik yıllarında cami inşaatında çalışan Cervantes zannımca romanının ilk cildini yazarken böylesi büyük bir başarıya imza atacağının farkında değildi. Tecrübe ve görgüsünü romanına nakşeden müellif, birçok atasözü, deyim, söylence ve menkıbeyle eserini bir kültür ambarı haline getirmiş desek yeridir. İlaveten Roza Hakmen’in yetkin çevirisinin de okumamıza lezzet kattığını söylemek durumundayız.
Mecmualar kelâmın sadede geldiği yerlerdir. O yüzden bir an önce mevzunun nirengi noktasını kariye sunmak gerekir. Köroğlu ve Don Kişot’ta benzer birçok öğe bulmak mümkündür. Özünde ikisi de adaleti tesis etmek için yola koyulmuş, öyküleri varyantlaşmış ve dilden dile söylenegelmiştir. Köroğlu denilince akla Ayvaz gelirken, Don Kişot’u Sancho Panza’sız düşünmek olmaz. İkisinde de “aşk” fon ezgisi gibi çağıldar durur. Gelgelelim Köroğlu, maşeri vicdanın sesi olarak hakkaniyeti çağrıştırırken Don Kişot şövalye ahlakının çökmekte olduğunun ve insanın bu bilinçle hareket ettiğinde komik durumlara düşebileceğinin habercisidir. Cervantes’in savaşçı ve maceracı ruhunun onu ne türlü müşkül durumlara ve hatta esarete düşürdüğü malûmunuzdur. Bundan mütevellit romancının eleştirdiği ve ironik yargılarla hedef tahtasına koyduğu Don Kişot, bir bakıma Cervantes’in izdüşümüdür. Hakeza gördüğü yoğun ilgi üzerine romanın ikinci cildinin yazılması ve bu cildin sonunda Don Kişot’un son nefesini vermeden az önce yaptıklarının bir cünun hâlinden ileri geldiğini ifade etmesi boşuna değildir. Bugün bile dillere pelesenk olan “Don Kişotluk yapmak” deyişinin yergi amacıyla kullanıldığı vakıadır.
Köroğlu adı konmamış bir Celalî isyanıdır. Köroğlu’nun mukavemeti salt Bolu Beyi’ne değil, yozlaşmış idareyedir. Hakikaten de Köroğlu efsanesinin sadece Bolu muhitinde değil, bütün coğrafyalarda dillendirilmesi ve hatta Türk Dünyası’nın ortak kültürel mirası hâline gelmesi herkesin gönlünde bir Ruşen Ali’nin yattığına delalettir. Köroğlu’nun cihangirliği ve şecaati Don Kişot’un aksine kutsanmış ve adıyla müsemma Köroğlu kahvehanelerinde şiir ve türkülerle yiğitliğinden dem vurulmuştur. Bolu’daki Köroğlu’nun adının Şanlıurfa’daki bir Köroğlu kahvehanesinde anıldığını görmek muazzam bir başarıdır. Köroğlu ismi sadece Türkiye Türkleri arasında değil Türk adının geçtiği her yerde ortak bir figür hâline gelmiştir ki bu bakımdan Nasreddin Hoca ile aynı derecede muvaffak olmuştur. Azerbaycan’da meşhur bestekâr Üzeyir Hacıbeyli tarafından opera haline getirilen efsane, 1937 senesinde sahnelenmiştir. Türkiye’den ise “Türk Beşlileri”ne mensup Adnan Saygun’un Köroğlu operası Azerbaycan Türklerinin önde gelen orkestra şeflerinden Niyazi Takizade tarafından sahneye konulmuştur. Köroğlu efsanesi sadece opera bünyesinde kalmamış cumhuriyet döneminin mühim halk edebiyatı mütehassısı ve yazarlarından Ahmet Kutsi Tecer tarafından “Koçyiğit Köroğlu” adıyla tiyatro ile buluşurken Azerbaycan’da da senaryosu Amaliya Ömerova’ya ait “Aşk-ı Nigar” oyununda yine Köroğlu sahnelenmiştir. Başkentte Köroğlu’nun kıratı adına at yarışları düzenlenmesi, dev Köroğlu heykelinin Kazak Türk’ü heykeltıraşlar tarafından imal edilmesi, Bolu’da tertip edilen Köroğlu Festivali’nin her yıl Türk Dünyası’nı buluşturması ve Türk Dünyası’ndaki maksatları aynı rivayetleri muhtelif anlatıların şifahî olarak anlatılagelmesi gibi hadiseler Köroğlu’nu Türk epik tarihinin halk kahramanlarından biri kılmıştır. Don Kişot da Köroğlu misali Picasso’nun çiziminden defaatle sinema perdesinde yer bulmasına, Rus bestekârların elinde baleye uyarlanmasından Alman bestecilerin uyarlamasıyla opera biçeminde sahnelenmesine kadar muhtelif millet sanatkârı tarafından birçok sanat disiplininde yoğrulmuş bir metindir.
Köroğlu’nu modern sanatların hangi şubesinde ele alırsak alalım o alaturka bir metindir ve ondaki tutum halkın içindekileri ifşa etmek, yapmak isteyip de yapamadıklarını eyleme dökmektir. Köroğlu öykünülendir. O, faal ve özne konumundadır. Yel değirmenleri ile özdeşleştirilen ve ilkokul sıralarından beri mizahî bir üslupla ele alınan Don Kişot ise şövalyelik ahlakının iğdiş edilmesinden başka bir şey değildir. Don Kişot, romanda çoğu kere nesne konumundadır ve farkında olmasa da çevresindeki karakterlerin senaryolarında temsil veren bir oyuncu gibidir. Esasen Don Kişot’un başına gelenler asırlar sonra Yeniçerilerin ve Samurayların da başına gelmişse de işbu mevzu için elinizdeki yazı iktifa etmeyecektir.
Cervantes kitabının mukaddimesinde Don Kişot’un üvey babası olduğundan bahseder, gerçekten de Don Kişot’un öz babası olsa olsa “halk denilen eski kanun koyucu”dur. Ve zaman, içi boşaltılmış erdemlerle avunan, halk tabiriyle acın kabadayısı Don Kişot’un değil, bütün Evropa’yı kasıp kavuran ve dizginleri elinde tutan burjuva takımının yanındadır. Türk’ün mevzusu ise sınıf ve ideoloji çatışmalarından uzak, zalim-mazlum sadeliğiyle izah edilebilir. Mesele ya Bolu Beyi olmak ya da Köroğlu kalabilmektir.