1940 Sonrası Temel Politikalardan Sapmamız…

Yüzyıla yaklaşan Cumhuriyet hayatımızla da 1914–1924 arası verdiğimiz ölüm kalım savaşının manasıyla gazi ve şehitlerimizin ruhunu şad eder yönü bu günkü haliyle kalmamıştır. Temellerini 1940 sonrasına dayandıran siyasî-idarî yapılanmamız var. Felaketimizin nirengi noktaları olan toplumsal ataletimiz, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi tecrübelerimizi değerlendirmezsek, sadece zavallı bir hayalle oyalanmaktan öteye yol almamış oluruz.

Cumhuriyet, Osmanlı’nın sosyal-siyasal-ekonomik harabeleri üzerine büyük çabalarla bina edilen yeni bir oluşumdur… Sonra çabalarının özünü unuttuğumuz ama mirası üzerinde hoyratça vuruştuğumuz Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, savunmasız, saptırılmış bir söylemin maskesi kılınmıştır! İnsafsızca, merhametsizce ve cahilce… Törenlerle anlamadığımız ama andığımız, masraflı resepsiyonlarla, kutlamalarla ruhsuzlaştırdığımız, manasını, özünü kazanım şartlarını hiç sallamadığımız Cumhuriyet… ‘Kemalist’ geçinenlerin veya onları tasfiye etmenin kavgasında rejimin tamamlanmamış içi kadar dışı da tahrip edilmiş. Asli hüviyetine kavuşamamış bir gurbet veya garipler rejimi olmuş adeta…

Devletin siyaset içindeki kavgaları, “servetle beraber devlet” kavgasıdır. Devleti malı haline getirmek isteyenlerin kavgasıdır. Milletin mülkü kılmanın proje çatışmaları değildir. Dili kanlı ve çamurlu siyaset, örfün çok gerisindedir. Hatta azıtmış bir “İttihat ve Terakki” edasındadır! Devlet arabasını sürenlerin ve yedeğinde dolaşanların içinde dışa vurdukları sadece kin ve büyük ihtiras var. Fetret canhıraşlığı var.

Devleti şifa verici bir akıl eşyası haline getirme fikrinden, hürriyet huzurundan bunun için uzaktır.

 

Bağımsızlığı Korumaktan, İşveren Devlet Rolüne…

Az başa dönelim yine… Demek ki üçüncü isabetli milli değişim savaşımız da ilk ikisi gibi başarısız kaldı ve saptırıldı. Aslında üçüncü müdahale, Tanzimat ve Meşrutiyet gibi bizi azınlık hâkimiyetine mahkûm edip köleleştirerek emredilene benzetme değildi. Hür kalarak kendimize benzeme, kendimiz olma arzusuydu. Daha sonra seçilen kalkınma modelleri, kalkınmanın asıl unsuru-öncüsü sayılması gereken halkın, yönetimden ‘kirli-köylü ve cahil’ diye koparılması, elitlerin hâkimiyetiyle iradenin küs kılınması var. Osmanlıdan kalan borçların bitirilmesine rağmen 1940 sonrası borçlanılır. İradesiz iktidarlar, ekonomik zorlukları aşmak için dışarıdan aldığı borçlarla boşa kürek çeker. “Borç alan buyruk alır!”. Buyruk, uyruğu da bozar. 2019 yılına yöneldiğimiz şu demde bile, bilimsel görüş ve programların rehberlik ettiği bir devlet yapısında değiliz.  Çözüm talebi olan ve büyük halk çoğunluklarının temsilini sağlayan sivil-siyasal kurumların sıhhatlisine kavuşamamış durumdayız.

Millî addedilen hâkim politik güçlerimiz, büyük siyasî ekonomik güçlerden hem icazet, hem de yardım dilenmekte ve halktan gittikçe uzaklaşmaktadır. Particilik; etin-budun tartıldığı, hesabı sorulmayan şaibeli reylerin manasından uzaklaşılmış kâğıdıyla yapılmaktadır. Dünyada küresel güçlenmelerin amansız kavgası arasında ezici siyasi, kültürel, ekonomik vahşetlere karşı direncimiz de azalmıştır. Millet olarak varlığımızı devam ettirme şansımız, birçok avantajlarımıza rağmen, kurumsal manada gün be gün imha edilmektedir.

 

 

Kavgayla Doğru Hesap Yapılmaz. Çare Üretmek İçin Kapılar Ehliyete Aralanmalıdır!

Ülkemizde doğru bilgilenme, kendimiz olma ve üretme çabalarının çok azı resmi destekle olabilmiştir. Buna rağmen unutturulan ‘Millet Davası’ mensupları bugün, fıtrî bir arzu ile zengin geçmişimizin tecrübeleri ile irtibat kurulmasını sağlamıştır. Çıkış yolu bulunmuştur. Millî çözüm için bir avuç millet evladı tarihi görevini ve var oluş gerçeğini gün yüzüne çıkarabilmiştir. Ancak yine de kendi şahsiyetimizin temel kaynaklarını idrake yetecek ve onu önemsetecek toplumsal teması yeterince sağlayamamış durumdadır. Yaşadığımız sorunların acısıyla bu tespitler, küflenmeye terkedilen kültür kaynaklarımızın zihnimize ışıklarını dermekte, bizi bir millî kültür inkılâbına sessizce sevk etmeyi arzulamaktadır. Eksiklerimize rağmen bu kuşatma dönemi inşallah aşılacaktır!

Hem Türk Milletinin, hem de insanlığın geleceği için şerefli görevler yapacak enerji ve güç, ülkemizde oluşmuştur! Artık kendimizi ve başkalarını değerlendirebilen, birliktelikler için hesaba çağıran, gönül ve zihin unsurları oluşmuştur. Sabır ve doğrunun rehberliğindeki bu mücadele, Türk Medeniyet-Devlet hayatının yeni oluşumundaki yerini almak istiyor. Yakın gelecekte insanlığı kucaklayarak kendinden başlayan çözümün dışa vurum süreci başlayacaktır! Bu durdurulmuş medeniyet, potansiyel unsurlarıyla hür ve gelişmiş bir güç haline gelecek anı bekliyor. Bir kıvılcımı bekliyor! Son üç yüz yıldır önü kesilen, hileyle mahkûm edilen bu insancıl enerji, emperyalist zulmünün diktiği engelleri yararak ortaya çıkacaktır. Bu mübarek kurtuluşun adımı, tesisi ve düzeneği; teşkilattır! Gününü bekleyen bu fıtrat dirilişimizin enerji tesisinin işlerliği, milletin özüne uygun yönetim yapısıyla daha da hızlanacak, kolaylaşacaktır. Prangalar bununla kırılacaktır! Milletin gücü bu organizasyonlarla devleşecektir! Her türlü zavallı tuzak kırılacak, engeller aşılacaktır. Böylece devletimiz ayağa kalkacak, kerim elini milletine uzatacak, medeniyetimiz de yeniden nefes alacaktır.

Devlet ve millet hürriyeti, “Ne yapalım, çaresizdik, yamanma mecburiyetlerimiz vardı(!)” diyenlere ders olacaktır. Gafletin, cehaletin ve kimine ihanetinin dersi…

 

Dilediğini Abad, Dilediğini Harab Etme İktidarı-Devleti; Ancak Hukuksuz Çarklardan Beslenir.

Devlet çarkımız; insanî ve millî donanımımızı keşif edip yeni bir sentezle, idrak aydınlığını oluşturarak, kendini her türlü kirli sermaye, güç odakları, hukuk ve akarın dışında oluşturularak, millî bir boyut kazanmalıdır. Önce sırtımızda, sonra kafamızda ve gönlümüzde taşıdığımız ıstırabın dinmesinde en amir değer olan, insanî ve millî tercihimiz olan dinimizin, bu acılı günde kavgaya alet edilmemesi gerekir. Milletimizin çok hassas olduğu bu konu, sıhhatli bilgi ve belgelerin ışığında ehlince halka sunulmalıdır. Bunun için, hem din istismarının ve hem de din düşmanlığının önünü kesilmeli, gerekli bilimsel, yasal, kurumsal tedbirler alınmalıdır.

Ecdadına vefa borcu olan, varlık şuuru teşekkül etmiş olan insana başka ne düşer ki? O teşekkül eden şuur; “beni, bizi, hepimizi” kapsamalı, bizi “Millet” kılmalıdır! 80 milyonun her bir ferdini koruyup yükseltmesi gereken siyaset; ötekileştirerek ayrıştıran bir zümre siyaseti değildir. Çözümümüz; bilimi rehber edinen, milleti teşkilatlayarak yanına alan, güç odaklarına diyet borcu olmayan siyasettir. Devleti milletle, milleti devletle bölünmez bütün kılan, hayatî bütün kurum ve gerekleri kapsayan siyaset yani… Ülkenin hür,  ülkünün iktidar olduğu, kardeş partilerin, erdem yarışı yaptığı siyaset zamanıdır bugün! Kendinden ve yanaşmasından gayrısını “düşman, feto, pyd, pkk, balıkçı teknesi” olarak dışlayan, küçük gören kibir ve inkâra son verecek ‘birleştirici bir seviye oluşumuna’ muhtacız.

 

Yorum Yapın

Navigate