VAZİFEMİZ: GELİŞMİŞE HAYRAN ve TESLİM OLMAK DEĞİL, İSLAM RÖNESANNSI İÇİN HAYRA ADANMAKTIR!

 

Bilmek vazifemiz, hatta ibadetimizdir. Bilenlerin bilmeyenlerden üstün sayıldığı bir iman ölçüsüyle bilmeyi kastetmektir meramımız. Yaratılışın gayesi ve bu gayeyi sürdürmenin önünde oluşacak beşeri ve doğal hadiselerin çözümünü Müslümanca sağlama yetimizden ve bu yetinin güdük şekillerine sığınmış zavallılığımıza serzenişle daveti bilmeye yapıyoruz. Bilmek güçtür, üstünlük sağlar. Arzı salahiyet ve liyakatle kullanıp, tahrip etmeme mesuliyeti gerektirir. Bilmek, çözümsüzlüklerimizi tedavi eder şekilde bizi sorumluluklarımızla buluşturur. Bilmek; yaratılanla yapılanlar arasında dengede kalmak, kaybolmama iradesi kazanmaktır.

Bilmek, akletmek, aklı kullanmakla mümkün. Aklettiklerimiz bize bilgi olarak döner. Varoluş serüvenimizi bu yenilenen bilgi ile devam ettirmek, Bilgiyi ve şuuru güncellemek eskimemenin, zamanın gerisinde yaşamamanın bir sorumluluğudur aynı zamanda. Öyleyse mesajı anlama yöntemimizi yenilemek önemlidir. Değişimleri, halleri, fikir ve olguları anlamak; gelişmek ve gelişmişlerin veya gelişmelerin gerisinde kalmamaktır. Değişime cevap ve yön veren bir yenilenme yoksa eskime olur. Her eski antika değildir, kimisi kendini çöpleşmiş bir halde veya çöplükte bulur. Geçmişten hale bilgiyi doğru analiz etmek ve geleceğe doğru hamlede bulunmak, mesajı yenilemenin sağladığı avantajdır. Yenilenmek; birilerine benzemek değil, kendimiz olmaktır. “Kimim, neyim, nereden geldim, nereye gidiyorum, ne yapmalıyım veya çabamın özü ne olmalı?” sorularının cevabıdır bilmemiz gerekir.  Bunun içindir ki, “bilmek”, malumat sahibi olmak değildir. Gayemize yarayacak olan faydalı olan değere ermektir.

 

Abad Olmak Mı, Harap Olmak Mı?

Dünyanın dört yanını fikir ve eylem sahtekârlığı sarmış durumda. Herkesi küçük şeylerin, çıkarların mahkûmu kılmış bir seyirle korku veriyor. Sağlam, bilimsel verilere dayanan siyasetin yokluğu bizi işportacı mantığına mahkûm etti. İthal ürünlerin tüketildiği bir ucuz köleliğe mahkûm etti. Tükettikçe “aferin” alan, efendisini sevindiren dalkavuk haline getirdi.

Bu cehalet zaferine alkışlı onayla dâhil olan sadece bizim şaşırtılan halkımız değildir. Kiralıklarla veya devşirmelerle idareci kılınan bütün “İslam Dünyası”, bu yığının korkuşmuş unsurlarıdır. En belirgin vasıfları milletlerinin lehine değil, aleyhine kararları almak, icraatlarda bulunmaktır. İdare edeni seçip arka planda idare edenler vardır! Tıpkı kukla oyununda olduğu gibi…

Bunun için İslam Dünyası, batı silah ve icatlarının mecburi müşterileridir. Yediğiyle, giydiğiyle, oturduğu ve bindiğiyle… Biz de onlardan çok farklı değiliz. Milli ekonomiden, özelleşme yalanıyla emperyalist sermayeye varlıklarımızı bağışladığımızdan, bilimsel üretkenlikten elimizi çektiğimizden beri, onların hazır tüketicisi olduk.

Tabiata ve gelişmelere hükmeden ama içi sorunlar yumağı olan, benlik esiri olmuşların “gelişmişlerin” ürettiğine mahkûmiyetimiz, milli siyasetten mahrum olmamızın sonucudur. Bu azaptan, ıstıraptan kurtuluş, insanlık ve millet davasına adanmış büyük beyinlerin hazırlığını ve devlet kudretini gerektiriyor.

Bilinmelidir ki, teknik seviye, yağlı kazancın ölçüsü olabilir ama şerefin ve toplum huzurunun ölçüsü olamaz. Elbette bu gücü yok ve gereksiz sayamayız. Bizim her alandaki yanlışımızı tedavi etmek, milli görevimizdir. Bu mevzi, nispi ve bir zamana has farkı, hayranlıkla teslimiyet konusu yapmak, köleleştirilmişlerin inancıdır. Bu zenginlik ve ihtişamın altında kan, gözyaşı, çürümüş insan ile toplum gerçeği de vardır. Bu duruma hayran olmak değil, bu durumlar karşısında milli reflekslerimizi harekete geçirerek, hayra adanmış olma vazifemiz vardır! “Bekâ Dâvâsı” na uyanmamız; insan ve Müslüman kalmamızın ilk şartıdır. Bu hakikati unutamayız.

 

Cehaletin Zaferine Alkış Çalma Keyfi En Adi Keyiftir…

İnsanımızın ekseriyeti enformasyon (malumat) yerine bilgi ile yaşamaya yönelik bir eğitimden geçmemiştir. Sınav başarısı elde eden gençlerin de ülke ve insanlık yararına bir hedefi, ülküsü yoktur. Kendi hazzına ve konforuna adanmış bir bilenmişlik içerisindedir. Ortalama vatandaş ise olayları ve dünyayı aksedenlerle bilir. Hep baskın ve güçlü olanların propagandasının tutsağıdır. Yani tercihini hep güçten, güçlü kılınandan yana kullanmaktadır. Günlük politikayla ilgilenmesi, hükmeden güçlünün safından kopmama korkusundan kaynaklanır. Alimallah başına bir bela gelmesi çoluk-çocuğunun bir üfürükle yere serilmesi mümkündür. Demokrasi değil, Demokles’in kılıç oyunlarını izlemişlik, vatandaşın ve okumuşların hasbilik postuna bürünmelerinin yegâne nedenidir.

Ayrıca ne çözüm bilgisi, ne de kendisi olma/kalma direnci de yoktur. Bunun için itibar, iktidarın yanaşma kullarına sağladığı zihinsel-moral sermayedir ve onlara çoklarla olma tatminini sağlar. Bu, sadece kendine fikren ve madden yetmemenin sürüklediği bir kaypaklık değildir. İmkânı olup da bunu muhafazanın kaygısını çeken sermayedarın da teşebbüs kabiliyetinin devamı için icazet almasını gerektirir. Çünkü istenilenin abat edildiği, istenilmeyenin çekimser veya muhalif olanın berbat olduğu bu rezil yapı ile gelenek, hukuku hiçe sayarak keyfini amir yapmaktadır. Bu nedenle her iktidarın zenginleri ayrıdır. O iktidar bitince, yeni iktidarlar bu talimli erbap tarafından en önce kuşatılır, sonra iktidarın imkânlarını iç etme dönemi başlar.

 

Sorun Üretenler, Çözümün Önündeki Engellerdir

Durum ve durumlar karşısında aydın ile devlet erkinin yöneticileri önemli rollere sahiptir. Gerçek aydının değil, devşirilmişlerin söz sahibi olduğu peyk ülkeler, idrak aydınlığıyla öze dönüşle kendini ıslah imkânı bulabilir. Yabancılaşmış aklın, kendini aşağılık kompleksinden kurtarıp milli bir uzuv olması beklenmez. Vicdanı ve aklı milletinden yana iflas etmemiş aydın ve yönetici rehberliğinde çıkış yolu mümkündür. Evet, dünyadan kopmayacağız, onlardan da öğreneceklerimiz olacak, biz de insanlığın hakkı olan bilgi sermayemizi onlarla paylaşacağız. Ancak aldıklarımızın esiri olmadan, verdiklerimizle esir almadan. Kısacası hâkimiyetimizi kaybetmemek, başkalarını peyk kılmamak sabitemizdir.

Kendimizi doğru tanırsak tanınırız ve saygı duyulur oluruz. Hakkıyla insan ve Müslüman olmamız; gelişmenin ardındaki bağımsızlığımızın teminatıdır. Sanayileşme mamur aklın hesabını hasada dönüştürmedir. Sosyal, siyasal, teknik, kültürel, askeri her başarının amir unsuru, yetiştirilmiş, teşebbüsle ateşlenmiş ve ehliyetle organize edilen, sevk ve idare edilen insan unsurudur. Gelişme; eğitimle geliştirilmiş, teşebbüsle ateşlenmiş, adil bir hukukla teçhiz edilmiş, toplum ve devletin ortak ürünüdür. Alışverişlerinde dünyayla bağlantılı, varlık ve beka davasının gereği işlerde bağlantısız/bağımsız bir büyüklük; amaçla bilenmiş, ilimle donatılmış toplumlar için sıradan bir sonuçtur.

 

Meçhulleri Malum Kılacak Ferasettir

Maddeciliğin sahte manevi prangaların cenderesinde debelenmenin mağduru olmaktan kurtuluş, akıl nimetini hakkıyla kullanmamıza bağlıdır. Alçalmanın, eğitimsizliğin, sahte tabuların, korkaklığın sürüklediği cehaletin karanlığında, amaçsızlığın rehavetinden, millet kalma şuuru/ülküsü ile kurtuluruz.

Meçhulleri bize malum kılan uyanış ve kalkınmaya ihtiyacımız vardır. İdeallerimize bağlılığımız, bağımsızlık tutkumuz, gelişme azmimiz, varlığın kanuniyetini bilme merakımız, coşkumuz, şevkimiz bizi biz kılacaktır. Çabayla seferber olmada dünyayı seyir, sabır değildir. Ekilmemiş tarlanın başında bekleme meczupluğu gibi sadece güldürür. Parçaları malumumuz olan milli kültürümüz ve hikmet dolu diğer beşeri ürünlerin tetkiki gerekli. Bize huzur bahşedecek iklim, ancak hummalı çalışmayla, ilimle elde edilir. Sahih ölçülerle hayatı haysiyetle yaşayıp, posalarımızdan arınma imkânımız bu sürece bağlıdır.

Bugün biz ve dünya coğrafyasının birçok yeri darda, zorda! Emperyalist küresel gücün etkisindedir. Gürültü, feryatları bastırıyor. Gerçekleri görme, duyma, anlamada engelli hale getirildik!

Paramparça İnsanımızın Dünyaya İntibakı, Yap-Boz Eğitimiyle Sağlanamaz!

Kıymetini bilmediğimiz tarihi, maddi, manevi, beşeri hazinelerimizin üzerinde sersefiliz. Sömürenlerin ve cehaletimizin kuşatması altındayız. Bu kaotik ortam, toplumu mengenesinde ezmektedir. İç ve dış huzurumuz birbirimize ve kendimize güvenimiz kalmamış, adeta yarınımız bloke edilmiştir. Bu hüzün, bu istikbal endişesi, kaderimiz olmamalıdır. Ancak isteğimizin hakkımız haline gelebilmesi için sırtımızın değil, alnımızın daha çok terlemesi gerekir. Yol açan yöneticiyi, işinin ve insanlığının hakkını vererek destekleyen millet; geleceğini aydınlatır. Kiralık kandillerden medet ummak, efendisinin malını köşesinden tırtıklayan haramzadelerin işidir.

 

Zulüm ve talan, cehaletin nemasıdır!

Bizi kuşatanlar, sömürüp imhaya ahdedenler de aslında tükenmişler, kültürümüzün hür kılan iklimini bekliyor. İnsanımızı kucaklayıp kurtaracak yol, zihinsel bir inkılaptır. Bizim insanları kucaklayıp kölelikten kurtaran evrensel ülkümüz, imanımızın çözüm sağlayan barış ve kudretin müjdeli ikliminde mevcuttur. Bu bekleyişe cevap vermek için önce bizim kendimizi bulmamız, yenilememiz, kim olduğumuzu anlamamız, görevimizi hatırlamamız gerekli. Bilelim ki akan her masumun kanı, kanımız, soyulan her insan ve toplumun canı bizim canımızdır. Zulüm ile talanın gafletimiz ve cehaletimizden kaynaklandığını bilmeliyiz.

Bunun telafisi için de istikamet ve milli ruhla çok çalışmak gerekli. Yönü ve yolu doğru belirlemek gerekli… Çağı anlayan tabip gönüllü neferlerin yetiştirilmesi, bunlara imkân ve fırsat verilmesi gerekir.

Paramparça insanın, kendisiyle münasebeti kesilmiş, insanın kendi ve dünya gerçeğine uyanışla sağlanmazsa, kurtuluş hayaldir. Her türlü azgınlığın ve yılgınlığın mesul unsuru bizim kutsadığımız, rey verip hesap soramadığımız yetkili sorumlulardır. Toplumsal destekçileriyle… Bu mesul ve muhtar güç nihayette devlettir. Devletsiz, topraksız millet olmaz ama devlet görevini yapmazsa millet buhrana düşer. Millet de görevini yapmazsa, devlet hasta olur. İdare etme sanatı olan siyasetin ana sütunları; siyasi kadrolar, bilim ve din adamlarıdır. Halk da aksesuardır. Bunların görevlerini hakkıyla yapmaması; hem milli felaketin, hem de devlet körlüğünün apansız felaketine sebeptir.

Milletin temel değerlerinden mülhem, milli çözüm üreten Kuruluş olmadan, kurtuluş hayaldir. Kuruluştan kastımız millet ve devlet kurumlarının ıslahıdır. Yoksa partizanların, parti bezirgânlarının, maneviyat avcılarının elinden değerlerimizi Pazar malı olmaktan kurtaramayız. Öyleyse; asli, hukuki ve ahlaki yapılanmaya ihtiyacımız vardır. Ancak; stratejisi insancıl, metodu fıtrata uygun, amacı, istikameti net olan ve hayalci olmayan kadroların çabası, meşruiyetçi olan her mücadele engelleri er veya geç aşar.

Böylesi mukaddes bir uyanış için, topyekûn milletin birlikteliğine ve ulvi bir heyecana ihtiyacımız vardır.

 

Gaflet, Cehalet ve İhanet: Üç Sadık Dosttur…

Milli ideallerimizin günlük politik/partizan çekişmelere alet edilmesi uyanma sürecimizi uzatıyor, kayıplarımızı artırıyor. Unutulmamalıdır ki; içteki her kavga ve çatışma, yetersizliğin, vasıfsızlığın eseridir. Dinimizin ve kültürümüzün kaynakları bize insani, siyasi, toplumsal ideal vermeye yetiyor. Biz bu değerleri sözde kullanıp ama rehber edinmeyince hep kaybeden oluyoruz.

Ferdin ve kitlelerin idrakini gaflet, cehalet ve ihanet perdeler. Bu çamurlu kuyulardan, milli kadroların ehliyetiyle, gerçek demokrasiyle, ilimle ve teknikle çıkılabilir. İlim de irfana, irfan da hikmete tekâmül etmeli. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” mak, önce doğrulamamızı, sonra da doğru yolu bulmamızı sağlayacaktır. Zira şahsiyet tekâmülümüzün, milli insan tipimizin şimdilik öze sirayet etmemiş ana renkleridir bunlar. Kendini, milletini ve insanlığa ait doğru değerleri, evreni, var eden bilme basamaklarıdır bunlar. Bilgi, şuur, strateji, program, plan, basiret, aksiyon insan (kadro) olma ve aksiyonu koordine eden adaletli bir yapı tesis etmek, ibadet için abdesti ihmal edememe kabilinden zaruretlerdir.

Kendini bulan insan; inşa edilmiş insan, donatılmış akılla; hazzı ve sömürüyü değil, faydalıyı üretmeye namzet olur. Böylece aklın ve gönlün gıdası tedarik edilince, fayda üreten şuurlu çabayla, insan kâmil insan olur. Tespihle, amacından gafil kalınmış ibadetle, farzları budamak veya örtmekle, sorunumuzun çözümünü sözde duayla Allah’a havale etmek (O’nu hizmetimize-başa-çağırmak); kitabı, aklı ve eylem gücü veren Allah’a hakarettir, isyandır. Öyleyse gelin bir düşünelim, akletme ibadetini ıskalamayalım…

Baş meselelerimiz belirgin değilse, boş meselemiz yani meselesizliğimiz vardır. En büyük dert; davası olan ile hevâ sahiplerinin karıştırılmasıdır! Hevânın davaya baskın çıkması, açmazımızdır. Baskın seçimlerle, yalanla, ithal fikirle, haram sermayeyle, sorun çözmemekle, sorunların iç-dış mesullerini himaye etmekle hevânın galibiyeti sağlanmaktadır. Önümüzdeki bu şirret engeli demokrasi ile tasfiye etme zorunluluğu vardır milletin.

Hepimiz için duam yolu karıştırmayanlardan olmak, şaşkınlardan olmamak! Ülkenin hakkını verme duyarlılığı gösteren vatanperverlerden olmayı Âlemlerin Rabbinden canı gönülden diliyorum.

Çabamız, dünyamıza huzur katsın. Kavli, fiili duamız, rahmani bir öz ve bereket tohumu olsun

 

Aksiyon Adamının Ulaşacağı Aydınlık: İslam Rönesans’ıdır!

Aklın uyandığı, çabanın çözüm, huzur ve gelişme için bizi seferber ettiği, vicdanın adaletle taçlandığı, bilimsel çalışmaların insan ve kurumlarımıza yol gösterdiği hamlenin sosyalleştiği faaliyetlerin toplamı, bizi İslam Rönesans’ına, Milli Kalkınmaya taşıyacaktır. İnsanlığın ve insanımızın dramını kurtuluş bayramına hazırlayacak (dönüştürecek) hamle, kılavuzu aziz milletimizin atıl duran potansiyelini ilimle öne geçirmek, örnek ve önder bir yapıya kavuşturmakla mümkündür.

Türkiye’mizin, Türk Dünyasının, İslam Dünyasının ve mazlum insanlığın yaşlı gözlerle beklediği gün, hakkını vereceğimiz an ile başlar.

Büyük uyanış ve oluşumu, kanlı nehirlerde, umudu boğan, hak ve hürriyeti yok sayan, insan ve İslam düşmanı projenin günümüzdeki adı; BOP’ tur. Bu hain proje, milletlerin özgürlük kıyamını sadece geciktirdi. Rönesans’ın ilk şartı bağımsızlıktır, egemen milletin tercih ve icraatlarının önündeki sömürgen barikatları yıkmasıdır. Bu da millet uyanışını ve milli siyaseti gerektirir.

Devlet aklı ve ahlakının, siyaset hukukunun, insanı kemaline erdirecek fikri donatının ıslaha değer konular olduğunu, öncül şart olarak kabul etmek gerekir.

İnsan hak ve hürriyetlerinin sığınağı Hukuk Devleti; milli iradenin önündeki engellerin kaldırıldığı gerçek demokrasi, fakirlik ve çaresizliği tarihe gömen kerim devlet, bilgi ve hikmetle çare üreten bilge devlet ve bilim toplumu, Muhteşem Türkiye’yi inşanın basamaklarıdır. Bunlar da İslam Rönesans’ının en hayati umdeleridir. Gerisi, berisi ve getirisiyle bugüne dek yapıldığı gibi sadece çamurdan merhemdir!

Aksiyonumuzun hedefi; prensip ve muhteva olarak satırbaşlarıyla bunlardır!

Yorum Yapın

Navigate