İslam’da Devlet Otoritesine İtaatin Gerek ve Yeterlilik Koşulları

 İslam’da devlet otoritesine neden ve nasıl itaat edileceğinin konu edinildiği bu yazıda şu sorulara cevap aranmıştır:

Devlet neden önemlidir? Devlet başkanını seçmeninin aciliyeti var mıdır? Devlet otoritesine itaat etmeyi gerektiren hükümler nelerdir? Devlet otoritesine hangi durumlarda itaat olmaz? Asr-ı Saadet’te İslam devletini idare edenlerin kaynakları nelerdir? Toplumun temel görevleri, hakları nelerdir?  

İslam’da devletin önemini, Peygamber Efendimizin(S.A.V.) irtihali ile oldukça iyi anlarız. Öyle bir gün gelmiştir ki İslam Dini’nin tebliğ görevini tamamlayan, Hz. Peygamberimizin(S.A.V.) irtihali gerçekleşmiştir. Peygamber Efendimizin(S.A.V.) vefatıyla herkes allak bullak olmuş, hatta Hz. Ömer bile vefatı kabul edememiş, etrafta “O ölmedi, O ölmedi. Kim öldü derse onu öldürürüm” diye elinde kılıçla dolaşmaya başlamıştır. Hz. Ömer’i ancak Maide Suresi’nin dördüncü ayeti kerimesi nüzul olunca, ağlayarak Hz. Peygamberin irtihalinin yakınlaştığını önceden anlayabilmiş olan Hz. Ebu Bekir durdurabilmiştir. Hz. Ebubekir:

“Muhammed bir resulden başkası değildir. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir. Şimdi O ölse yahut öldürülse ökçeleriniz üzerine gerisin geri mi döneceksiniz! İki ökçesi üzerine geri dönen, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah, şükredenleri ödüllendirecektir.”(1) ayet-i kerimesini okuyarak Hz. Ömer’i teskin edebilmiş ve Hz. Ömer’e yapılması gereken İslam devleti başkanı seçiminin önemini ve aciliyetini hatırlatmıştır. Burada dikkat buyurulmasını istirham edeceğim husus şudur:

Peygamber Efendimiz’in(S.A.V.) defin işlemleri ile Hz. Ali meşgul olurken, ashabın önde gelenleri devlet başkanını seçmekle meşgul olmuşlardır. Peygamber Efendimiz(S.A.V.) vefat ettikten hemen sonra Ashab, Beni Saide Çardağı’nda toplanıp devlet başkanının kim olacağına karar vermeye koyulmuşlardır.

 

Devlet Otoritesini Muhatap Alırken

İslam Devleti’nde devlet otoritesini muhatap kabul ederken milletin mensuplarının akıllarında tutmaları gereken iki kural vardır. İslam devlet sisteminde birbirini dengeleyen iki kural şöyledir:

  • Ulul emre itaat farzdır.
  • Masiyette kula itaat olmaz.

İslam dininde, devletin büyüklerine, otorite sahiplerine itaat etmenin hoşlarına gitmeyen insanlardan seçilmiş olsalar bile bu emir sahiplerinin azillerini gerektiren durumlar ortaya çıkmadıkça itaat etmeleri buyrulmaktadır.(2)

Bununla birlikte oryantalist bakış açısıyla Osmanlı Devleti’nin çöküşünü bu hükme uymakla ortaya çıkan sorunların oluştuğunu iddia eden araştırmacıların unuttukları veya bilmedikleri, İslam’da devlet sisteminde dengeyi sağlayan bir diğer hüküm: “Masiyette kula itaat olmaz” dır.(3)

Kanuni döneminin şeyhülislamı Ebu Suud Efendi de Avrupalılar’ın Muhteşem Süleyman dedikleri sultana yetkisinin hudutlarını şu sözleriyle hatırlatır:

“Nameşru olan nesneye emr-i sultani olmaz” hâlbuki o dönemde Batıda cari olan hukuk hükmünü, İngiliz kanunlarında bulunan “kral hiç yanlış yapamaz”(the king can do no wrong) sözleri ifade etmektedir.

Öyleyse toplumların çöküşlerini, çözülüşlerini incelerken sistemik sorunlar ile sistemin işletilmesi görevini ifaa edecek olan insanlardan kaynaklanan problemleri birbirlerinden ayırt ederek teşhisi doğru koymak gerekir.

 

Zulme Boyun Eğme!

Burada İslam’da devlet sistemini negatif entropiden, yani sistemin dış uyaran almadan kısır döngüye girerek körelmesini engelleyen temel kaidelerden “zulme boyun eğmeme” kuralını unutmamak lazım. Müslümanların zulme boyun eğmeme hakkı ve görevi, İslam’da devlet sistemini, negatif entropiye girmekten korur. Ama maalesef “fitne katilden beterdir” ayet-i kerimesi,(4) Cemel Vakası’ndan sonra, kardeş katli olmasından korkan pek çok düşünür tarafından, “ehven-i şer”(kötünün daha az kötü olanına razı olma) mantığı yerleştirilmiştir.

Hâlbuki İslam’da idareye karşı muhalif görüş serdedebilme, İslam devlet sisteminin temel karakteristiklerindendir. Zira bunun en veciz örneğini Hz. Ebubekir’in halife seçildikten sonra verdiği hutbede görürüz:

“Başınıza geçmiş olmam, içinizde benden iyisi yoktur demek değildir. Fakat Kur’ân-ı Kerim nâzil olmuş, Allah Rasulü dinin hükümlerini açıklamış ve bize aklın en üstününün takva olduğunu, akılsızlığın en koyusunun da fısk olduğunu bildirmiştir. Şunu bilin ki, en kuvvetliniz; benim yanımda mazlûmun hakkını kendisinden alıncaya kadar en zayıfınızdır. En zayıfınız da, yanımda hakkını zâlimden alıncaya kadar en kuvvetlinizdir. Ey insanlar! Ben ancak Rasulüllah’ın yoluna tâbiyim. Ben aklıma ve arzuma göre hareket etmeye yetkili değilim. Şu halde ben, eğer iyilik edersem bana yardım ediniz. Ve eğer doğru yoldan, çıkarsam beni doğru yola çağırınız. Bu sözümü söyler, kendim ve sizler için Allah’tan mağfiret dilerim(5) diye hutbe verirken, Ashab ona kendisini kılıçlarıyla doğrultacaklarını söyleyince, Allah’a şükreder.”

Bu diyalog aslında bize Asr-ı Saadette devlet yönetiminde takım liderliğine benzer bir liderlik anlayışının olduğunu da göstermektedir. Çünkü takım liderliğindeki liderlik, bayrak yarışı gibi elden ele geçer. Böylece yorulan, hata yapan arkadaşının, takımı hedefe varmaktan alıkoymasına takım liderliği izin vermez.

İşte Asr-ı Saadet döneminde devlet idaresinde de idarecinin, Kur’an’dan, Sünnetten ve kıyas yollarından başka bir yola tevessül etmesi halinde, yönetimden müsait olan devreye girip, destek olur. Öyle ki “Müminler birbirini yıkayan iki el gibidir” hadisine can-ı gönülden iman eden devlet idarecileri uyarılmaktan, ikaz edilmekten Hz. Ebubekir gibi memnun olur.

 

Zulme Karşı Direnen Alim İmam-ı Azam

İslam devlet sisteminin hakkıyla icra edilmesi Peygamber Efendimizin(s.a.v.) buyurduğu gibi 30 sene sürmüş, sonra da ısırıcı bir saltanat başlamıştır.(6) Emevi dönemi, iktidar mücadelesi yönünden zulmün ayyuka çıktığı dönem olmuştur. Hz. Hüseyin’e yapılan işkenceye Hanefi Mezhebi’nin büyük kurucusu İmam-ı Azam, zalim Yezid’le başlayan saltanat iktidarına muhalefet etme cesaretini gösteren alim olmuştur.  İmam-ı Azam zulme boyun eğmemesinin; Peygamber Efendimiz’in(s.a.v.) soyundan gelen mübarek insanlara yapılan her türlü maddi ve manevi zulme karşı sesini yükseltmesinin karşılığını, hapishanelerde işkence görerek şehadet mertebesine ulaşarak almıştır.

Hudeybiye Anlaşması’nın Yanlış Tevili

Hudeybiye Anlaşması, İslam’da devlet sisteminin İBDA-C, DAİŞ gibi pek çok terör örgütü tarafından yanlış olarak yorumlandığı, yanlış tevil edildiği bir anlaşmadır. Hudeybiye Anlaşması gibi insanlığa çığır açan bir anlaşmadan, teröre illegaliteye cevaz çıkarmak mümkün olmadığı halde bu tip terör örgütleri, Peygamber Efendimiz’in(.S.A.V.) anlaşma yapıldıktan sonra kendisine sığınmak isteyen gençlere “Allah size bir yol gösterecektir”(7) sözünü bahane uydurmaktadırlar. Kaldı ki muhalefet, zulme karşı direniş, milletin haklarını koruyan, adaleti tesis eden devletin bütünlüğünün korunması için meşruiyet sınırları içerisinde kalmalıdır.

Suç İslam Devlet Sisteminin Değil, Sistemi İşletmeyenlerindir

Devlet otoritesi yoluyla yapılan haksızlıkların ortadan kaldırılması için siyasi ve hukuki yoldan mücadele edilmelidir. Eğer günümüz Müslümanları hakkıyla iman etmiş olsalar, imanları gerçekten kalplerinde yeşeren Müminler olsalardı, İslam devlet sisteminin kaidelerine riayet etselerdi derlerdi, içlerinden çıkan Saddam, Kaddafi gibi zalimleri kendi elleri ile cezalandırabilirlerdi. Tıpkı Hz. Hüseyin’in şehit edilişi, mübarek ailesinin işkencelere maruz bırakılması karşısında sükût etmekle kalmayıp aynı zamanda da menfaatleri gereği zulme destek oldukları için kardeş katliamı girdabıyla boğuşup durmaktadırlar. Bu girdaptan kurtuluş ise ancak İslam devlet sistemini işletebilecek Müslümanların, Müminler haline gelmeleri ile mümkündür.

________________________________________

  1. Âli İmrân – 144
  2. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygambersallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece, sevdiği veya sevmediği bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.” Buhârî, Ahkâm 4, Cihâd 108; Müslim, İmâre 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 87; Tirmizî, Cihâd 29; Nesâî, Bey’at 34; İbni Mâce, Cihâd 40.
  3. Ebû Dâvûd, İmâre 4. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 33. Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: “Allah’a isyanda (kula) itaat yok! Ancak taat ma’ruftadır! Nafi’den, onun da İbn Ömer’den riayetine göre Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müslüman kişi masiyet ile emrolunmadığı sürece sevdiği hususlarda da hoşlanmadığı hususlarda da dinleyip itaat etmelidir. Kendisine masiyet ile emrolunduğu taktirde ise dinleyip itaat etmek söz konusu değildir.” [1] Müslim, 3423; Nesei, 4135.
  4. Bakara – 191.
  5. Taberi, III, 210.
  6. Resulullah(s.a.v.) buyurdu ki: “Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” Said İbnu Cumhan dedi ki: “Sonra ilave etti: “Hz. Ebu Bekir`in hilafetine Hz. Ömer`in hilafetini, Hz. Osman`ın hilafetine Hz. Ali`nin hilafetini ekle(parmaklarınla say) bak!” dedi. Bunları(sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk.” Sefine`ye:

“Emeviler, hilafetin kendilerinde(devam ettiğini) zannederler denmişti, şu cevabı verdi: “Beni`z-Zerka yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar.” Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221).

  1. Buhari 6/2559, Fethu’l-Bari 6/2731, 2732, Ebu Davud 2765.

Yorum Yapın

Navigate