‘MİLLİ TARIM POLİTİKASI’ NE ZAMAN?

TARIMDA PATİNAJ DEVAM EDECEK Mİ?

Yirminci asırda ekonomik ve sosyal alanda gelişme ve dönüşümün öncüsü sanayi ve buna bağlı olarak kentleşme olmuştur…

Bu süreçte tarımsal sanayi ve artan nüfusun beslenme, barınma ve yenilenebilir enerji gibi değişmeyen insan ihtiyaçlarını sürdürülebilirlik ilkesine uygun olarak yeterince karşılamak açısından, tarımsal üretim biçiminde de önemli gelişmeler ve dönüşüm yaşanmıştır.

Tarım ve Hayvancılık Önemini Kaybetmiyor Bilakis Değer Kazanıyor!..

Tarımsal üretim hiçbir zaman ekonomik ve toplumsal önemini kaybetmediği için dünyanın her yerinde karşılıksız desteklenmiş ve geliştirilmiştir…

Dünyada genetik ilmi ve biyoteknolojideki muazzam gelişmelerin tarıma yansıması üretim alışkanlıklarını değiştirdi, geleneksel emek yoğun tarımdan ileri teknoloji kullanan mono kültür ticari tarıma geçildi. Teknolojik tarım; makinalaşma, ileri sulama teknikleri, tohum, gübre, ilaç kullanımı ve çiftçi örgütlenmesi üretimi geliştirdi ve diğer sektörler karşısında yaşama şansını artırdı. Ancak kentleşme olgusu, sanayi ve hizmetler sektöründeki gelişmeler, istihdam şekli yaşam alışkanlıklarını ve toplumda sosyal dokuyu değiştirerek kalkınmanın ana motoru oldu.

Mekanize Yatırımlar Yerine Geleneksel Yerel Uygulamaların Desteklenmesi Daha Verimli…

Nüfus artışı ve bu sosyal değişime paralel olarak çevresel açıdan sürdürülebilir ve ekonomik olarak yaşayabilir tarım, gıda güvenliği ve güvenilirliği insanlığın geniş meşguliyet alanı olmaya başlamıştır. Gelinen noktada ekonomik, ekolojik ve toplumsal açıdan monokültür endüstriyel tarım sorgulanmış ve karşılaşılan sorunların çözümü için aile işletmeciliği ve geleneksel polikültür tarım öne çıkmıştır. Bilim adamları, siyasi çevreler, girişimciler konu ile ilgili hâkim otoriteler, monokültür, sadece endüstriyel ticari tarımı esas alan, doğal kaynaklara aşırı yüklenen yoğun mekanize yatırımların sürdürülebilir olmadığı, geleneksel yerel uygulamaların teknolojik açıdan desteklenip, etkinliğinin artırılması insanlığın geleceğini tehdit eden iklim değişikliği, çölleşme ve biyolojik çeşitlilik açısından önemli olduğu noktasına gelmiştir. Bu yaklaşımın günümüzde işsizlik, açlık, yetersiz beslenme, fakirliğin giderilmesi gibi sorunlarla mücadele eden pek çok ülkenin de temel sorunlarına çare olacağı kabul edilmektedir.

Tarımda Yanlış Politikalar Çiftçiyi Öldürdü…

Türkiye bu gelişme ve dönüşümü yeterince yaptığını söyleyebilir miyiz? Geçmişten günümüze dünyada ve Türkiye’deki gelişmelerin karşılaştırmalı analizi yapılmadan, gerçek verilere dayanmayan, sanal, sağlıksız üretim ve tüketim istatistiklerine dayalı alışılmış ezberler tekrarlanarak çözümler üretmek mümkün mü? Bu sorular çoğaltılabilir. Ancak Türkiye’nin coğrafi konumunun sağladığı iklim çeşitliliği, toprak ve biyolojik çeşitlilik avantajlarına rağmen, gelinen noktada uygulanan yanlış politikalar sonucu tarımsal üretimin miktar ve kalite yönünden rekabet etme şansını yitirdiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yerel üreticiyi günün ihtiyaçlarına göre örgütleyip, teknoloji kullanımını artırarak geleneksel üretimi geliştirme ve rekabet şansını artırmak yerine tamamen yabancı üreticinin desteklenmesi anlamına gelen ithalatla ihtiyaçların giderilmeye çalışılması Türk çiftçisini zayıflatmış hatta üretemez hale getirmiştir. Üreticinin ihtiyaçlarını gidermeyen ve doğal kaynakları geliştirmeyen yatırımlar, ülkenin tarihi ve kültürel yapısına uygun olmayan kurumsal ve yasal düzenlemeler tarım da gelinen dar boğazdan çıkmak için yeterli değildir.

 

Tarımın Temel Sorunları…

Tarımda teknoloji kullanımı, örgütlenme, tohum, toprak, su ve mekanizasyon gibi üretim araçlarının geliştirilmesi ve etkin kullanımı önemlidir. Ancak çiftçi, işletme, arazi, tarımı yapılan bitkiler, meralar, hayvan sayısı gibi tarımsal varlıklar nitelik ve nicelik yönünden uluslararası kabul görmüş standartta tanımlanmamış ve bu tanımlara uygun sağlıklı işleyen kayıtları yoksa yapılan planlamaların başarıya ulaşması mümkün değildir. Tarımsal desteklemeler, yatırım ve üretimin etkili bir şekilde planlanabilmesi için öncelikli yapılması gereken tarımsal varlıkların bilimsel tanımlarının yapılması ve sağlıklı işleyen bir kayıt sisteminin kurulmasıdır. Böyle bir sistem yoksa tarıma ayrılan kaynaklar israf edilmiş olur ve hiçbir hedef tutturulamaz.

Türkiye de son yıllarda tarıma ayrılan önemli sayılan kaynaklara rağmen yaşanan patinajın ana nedenlerinin başında sağlıklı işleyen bir kayıt sisteminin olmayışı yatmaktadır. Ne kadar tarım işletmesi, yani gerçek çiftçi vardır? Bu işletmeciler hangi ürünün tarımını yapıyor? Ne, nerede, ne kadar üretiliyor ve gerçekte üretim potansiyeli nedir, ne kadar üretilebilir? Potansiyelin altında mı üretim var, yoksa gereksiz aşırı girdi kullanılarak bu varlığın orta ve uzun vadede kirlenmesine, bozulmasına, sonuçta üretimden çıkmasına neden olan, kazanma hırsı ile kapasitenin üzerinde üretim mi yapılmaktadır? Ne kadar hayvanımız var, ne kadarı kesiliyor ne kadarı üretimde kalıyor? Bunların kayıtları sağlıklı bir şekilde tutulamaz ve işletilemezse, yapılan yatırım ve destekler isabetsiz olacak, hiçbir plan hedefi de tutturulamayacaktır. Türk tarımının en temel sorunlarından birisi budur.

 

Küçük Aile İşletmeleri Korunmalı ve Geliştirilmelidir

Tarımda gelişme için ana enstrüman kırsal kesimde tarım ve tarım dışı sektörleri geliştirerek entegre etmek, özellikle küçük tarım işletmelerinin örgütlenmesi ve yönetimini daha üretken ve verimli hale getirmektir. Dünyada 570 milyon kadar olan tarım işletmesinin 500 milyondan fazlasını küçük aile işletmeleri oluşturmaktadır. Dünya gıda üretiminin %80 i bu aile işletmeleri eliyle üretilmekte ve önemli oranda istihdama kaynaklık etmektedir. Bu nedenle özellikle küçük aile işletmelerinin korunarak geliştirilmesi bir ülke için önemlidir. Türkiye’de üç milyon dolayında olan tarım işletmesinin % 90 dan fazlasını küçük aile işletmeleri oluşturmaktadır. Henüz tam rekabet ortamında ileri teknoloji kullanan sanayileşme süreci tamamlanmamış, sağlıksız göç hareketleri ve kentleşmenin sürdüğü Türkiye’nin de yer aldığı gelişme yolunda olan ülkelerde tarımın ve kırsal kesimin planlanması daha büyük önem arz eder. Tarımsal üretimin yegâne çalışma yeri olan, tarihi ve kültürel değerlerin bozulmadan yaşatıldığı kırsal alan boşaltılarak gerçek kalkınmadan bahsedilemez.

 

Türkiye Dünya’nın Hiçbir Ülkesine Nasip Olmayan Farklı İklim Özeliklerine, Toprak Varlığı ve Biyolojik Çeşitliliğe Sahiptir

Dünya’da gelişmeler paralelinde tarım politikaları sadece üretimin nitelik ve nicelik açısından planlamayı değil, uluslararası ve/veya ikili antlaşmalar gereği kurumsal yapı, örgütlenme ve tarım hukuk konularını da öne çıkarmış, ekonomik, sosyal ve çevre öncelikli plan yaklaşımını getirmiştir. Dünyada tarımsal üretimi bütün yönleriyle karşılaştırdığımızda ekonomik gelişmişlik, teknoloji kullanımı, sektörler arası entegrasyon, iklim çeşitliliği, toprak kaynakları ve biyoçeşitlilik açısından avantaj veya dezavantajlara sahip ülkelerde politika değişiminin hızı ve niteliği farklı olmaktadır.

Ürün çeşitliliği, miktarı ve kalitesi üzerinde önemli etkisi olan iklim, toprak ve biyolojik kaynaklara bakıldığında Türkiye’de tarımsal üretim potansiyelinin yeterince geliştirildiği ve olması gereken düzeyde kullanıldığı söylenemez. Türkiye Dünya’nın hiçbir ülkesine nasip olmayan farklı iklim özelikleri, toprak varlığı ve biyolojik çeşitliliğe sahiptir. Bu özelliği nedeniyle ekonomik değere sahip pek çok ürünün tarımı yapılabilmektedir. Türkiye’de bitkisel üretim, hayvansal üretim, gıda güvenliği ve güvenilirliği, toprak, su ve biyolojik kaynakların korunup, geliştirilmesi ve verimli kullanılması konularında yapılan çalışmalar, varılan sonuç ve yapılması gerekenlerin yeterli olup olmadığı ot ve samanın bile ithal edilmeye başlandığı iki binli yılların ilk çeyreği siyasi mülahazalardan uzak iyi analiz edilmelidir.

 

Tarım Bakanı Yanlış Değerlendiriyor!..

Yıllar boyunca Türkiye tarımda kendi kendine yeten ülkelerin başında gelmiştir. Yılda ekonomik olarak üç ürünün tarımının yapılabildiği ülkemizin toprakları için iki bin beş yılında Tarım Bakanı bir gazeteye verdiği röportajında toprak verimliliği açısından dezavantajlı olduğumuzu vurgulamıştır. Dünyanın hiçbir ülkesine nasip olmayan iklim ve toprak varlığı ne yazık ki sadece gübre kullanımı ve verimlilik açısından yanlış değerlendirilmiştir. Türkiye kimyasal gübre kullanımı açısından Avrupa ve Dünya ortalamasının çok gerisindedir.

Bitki besin maddesi cinsinden hektara ortalama gübre kullanımı dünyada 105,51 kg, ABD’de 115,76 kg, AB ülkelerinde 155,76 kg.dır. Türkiye’de bu rakam 91,64 kg/ha olup toprak özellikleri dikkate alındığında 146,70 kg/ha.a çıkarılması gerekir. Yeterli gübre kullanımı, ülkenin doğal şartlarına en uygun yerli tohumların geliştirilmesi yerine bir kez kullanımlık, çoğunlukla dışa bağımlı hibrit tohumların teşvik edilmesi, sulanabilir arazilerinin yarısının bile sulanmadığı, yasaların Bakanlığa görev olarak verdiği arazi kullanım planlarının hala yapılmadığı, isabetsiz, yerini bulmayan desteklemelerin devam ettiği gerçeği ne yazık ki dile getirilmemektedir. Bu sorunların yeterince irdelenmesi yerine tarımın en yetkili kişisi tarafından ülke toprakları hakkında yapılan bu yanlış değerlendirme manidardır. Bu söylem için yanlış bilgilenme veya başarısızlığı örtmek adına yapılan siyasi bir söylem olduğu düşünülebilir. Ancak doğal kaynakların, başta iklim, toprak, su gibi arazi potansiyelinin niteliklerinin yeterince bilinmediği anlamına gelen bu yaklaşımın altında sağlıklı bir arazi ve toprak kaydının olmadığı vardır.

 

Milli Tarım Politikasına İhtiyaç Var…

Genetik ilmi ve biyoteknolojideki gelişmeler tarımsal üretimin artırılmasında umut olurken, iklim değişikliği, çölleşme ve biyoçeşitliliğin yok edilmesi gibi sorunlar da tarımsal üretimi tehdit eder olmuştur. Bu gelişmeler karşısında isabetli plan ve projelerle, tarımsal üretimi zayıflatan olumsuzlukları minimize eden ve olumlu gelişmeleri destekleyen yeni tarım politikalarına ihtiyaç vardır. Türkiye yeni durum karşısında gerekli politikaları yeterince üretmekte midir? Üretim miktarı, toprak, su ve biyolojik materyaller gibi doğal kaynakların durumuna bakılınca bu sorunun net cevabı yetersizdir denilebilir.

Uygulamalar; işleyen sağlıklı kayıtlara dayalı olarak, taraftar, akraba, ahbap kayırmacılığından uzak fedakâr, ehliyetli uzmanlar tarafından, bilimsel gelişmeler ışığında sevk ve idare edilip, sonuçlar dünya örnekleriyle karşılaştırılarak değerlendirme yapılmazsa, tarımdaki patinaj devam edecektir. Taraftarlığın öne alındığı ehil olmayan ellerde afaki verilere dayalı yürütülen çalışmalar tarımda kıyameti getirmek için yeterlidir. Bugün etten ota kadar her şeyin ithalatının yapılıyor olması tarımda kıyametin ayak sesleridir. Tarımsal varlıklar, üretim, tüketim ve pazar açısından karşılaştırmalı rakamlara dayanmadan Avrupa’da birinci, dünyada yedinci tarımsal hasılaya sahip olunduğunu söylemek kulağa ne kadar da hoş geliyor.

Türkiye’de uzun yıllar uygulanan politikalara bakıldığında, sonuçların çözüm üretmediği görülür. Bunun yerine, doğal kaynak yönetimi, kültürel, sosyolojik ve ekonomik açıdan kendine özgü köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu açıktır. Ezbere dayalı biri birinin kopyası niteliğinde kalkınma planlarıyla değil ülke gerçeklerine uygun uzun, orta ve kısa vadeli planlamalarla çözüme yönelik hedefler tutturulabilir. İlk uygulamaların bazı etkilenen iç veya dış tedarikçi çevreleri, makam ve mevki sahiplerini mutsuz etmesi mümkündür. Ancak süreç içerisinde herkesin memnun olacağı Türk tarımının temel sorunlarına sürdürülebilir ve yaşayabilir kalıcı çözüm üretilebilir. Bunun için devletin koruma şemsiyesi altında kendini güvende hisseden örgütlü çiftçi, kararlı milli bir siyasi irade ve ehil bir kadronun katılımı ile hazırlanan ve uygulanan tarım politikaları sorunun yegâne çözümüdür. Türkiye’de tarımsal üretim için doğal kaynaklar nitel ve nicel olarak yeterlidir. Kamu, özel sektör, üretici ve toplum psikolojisi, tarihi ve kültürel birikim bunun için uygun ve hazırdır. Emperyalist dayatmalar yerine ülkenin tarım potansiyeli yandaş kayırmacılığından uzak, milli rasyonel planlamalar ve ehil ellerle harekete geçirilmesi yeterlidir.

Yorum Yapın

Navigate