ABD’NİN İSRAİL POLİTİKALARI

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dış politikası, en güçlü silahlı kuvvetlere sahip olmanın avantajıyla dünyanın her köşesinde meydana gelen olayları şekillendirecek nüfuza sahiptir. Şüphesiz, bunun en belirgin olduğu yer istikrarsızlığın hüküm sürdüğü ancak büyük jeo-stratejik öneme sahip, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, petrol ve doğalgazıyla iştah kabartan Ortadoğu bölgesidir. Bush hükümetinin bölgeyi demokratikleştirme hamleleri Irak’ta dirençli bir ayaklanmanın, küresel petrol fiyatlarındaki sert tırmanışın, Madrid, Londra ve Amman gibi pek çok şehirde terörist saldırıların fitilini ateşlemiştir. Yüzleştiğimiz tehlikeler bu denli kapsamlıyken dünya ülkelerinin ABD’nin Ortadoğu politikasını şekillendiren dinamikleri çok iyi tahlil etmesi gerekir

ABD dış politikasının ana hedefi, ABD’nin ulusal çıkarları olmalıdır. Ancak yakın tarihte ve özellikle 1967’de patlak veren ‘Altı Gün Savaşları’ndan sonra ABD Ortadoğu politikasının merkezinde İsrail ile olan ilişkiler bulunmakta. ABD’nin İsrail’e olan koşulsuz desteği ile yine ABD’nin güya demokratik(!?) yapıyı bölge genelinde yayma çalışmaları Arap ve Müslüman dünyasını tahrik etmiş ve ABD’ye karşı tepkileri artırmıştır.

 

ABD Desteği İle İsrail’in Cesaretlenmesi

ABD siyasi tarihinde bu durumun başka bir örneği yoktur. Nasıl olur da ABD başka bir ülkenin çıkarları uğruna kendi güvenliğini ikinci plana atabilir? ABD’nin Ortadoğu politikası ağırlıklı olarak ABD iç politikası ama her şeyden öte “İsrail Lobisi” güdümündedir. Başka çıkar grupları bugüne kadar istekleri doğrultusunda ABD dış politikasını belli oranda etkilemeyi başarsa da hiçbir lobi ABD dış politikasını ABD ulusal çıkarları ekseninden bu kadar uzaklaştırmayı başaramamıştır. Bunu yaparken de ABD halkını ABD ve İsrail çıkarlarının özünde aynı olduğuna inandırmayı da becermiştir.

Ekim 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan beri Washington’un İsrail’e sağladığı destek başka hiçbir ülke ile karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. İsrail 1976 yılından beri yıllık bazda ABD ekonomik ve askeri yardımının en büyük alıcısı; 2. Dünya Savaşından beri ise toplamda en çok yardım alan ülke konumundadır. 2003 yılı değerlerine göre İsrail’e aktarılan ABD yardımı 140 Milyar US$. İsrail her yıl yaklaşık 3 Milyar US$ doğrudan dış yardım almaktadır ki bu, ABD Dış Yardım bütçesinin %20’sine tekabül eder. Kişi başına vurulduğunda, ABD her yıl her İsrail vatandaşına doğrudan 500$ ödenek sağlamaktadır. Kişi başı yıllık geliriyle artık Güney Kore ve İspanya gibi ülkelerle yarıştığı halde İsrail’e hala bu kadar eli açık davranılması daha da çarpıcıdır…

Dahası ABD, Lavi savaş uçağı gibi Pentagon’un istemediği ve hatta ihtiyaç duymadığı silahlar geliştirmesi için İsrail’e neredeyse 3 Milyar US$ ödenek aktarmış; bununla kalmayıp Blackhawk helikopterleri ve F-16 savaş uçakları gibi ABD’nin üst düzey savaş aletlerini edinebilme hakkı tanımıştır. Bununla birlikte, NATO’daki müttefiklerine inkar etmeye devam etse de ABD İsrail’e istihbarat erişimi vermekte, İsrail’in nükleer silah edinme girişimlerini görmezden gelmektedir.

Washington, İsrail’e devamlı diplomatik destek verir. 1982’den beri ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) İsrail’in eleştirildiği 32 önergeyi veto etmiştir. Bu rakam diğer BMGK üyelerinin bugüne kadar verdiği tüm vetoların toplamından daha fazladır. ABD, Arap ülkelerinin İsrail’in nükleer mühimmatını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının gündemine getirme çabalarını da engellemektedir.

Bush Hükümetinin Irak işgaliyle başlayan aşırı iddialı Büyük Ortadoğu değişim projesi (BOP) kısmen de olsa İsrail’in bölgedeki stratejik pozisyonunu güçlendirmek için tasarlanmıştı. İsrail stratejik olarak çok önemli olsa veya ABD’nin sürekli desteğini gerektirecek daha inandırıcı ahlaki bir mesele olsa bu sıra dışı cömertlik biraz olsun anlaşılabilirdi. Fakat ortaya atılan hiç bir gerekçe yeterince ikna edici değildir.

 

ABD’nin İsrail’e Dönük Stratejik Mesuliyeti

ABD-İsrail Kamu İşleri Komitesi (AİPAC) internet sitesine göre “ABD ve İsrail, Ortadoğu’da artan stratejik tehditler karşısında çok özel bir ortaklık kurmuştur. Bu işbirliği hem ABD hem de İsrail’e çok önemli katkılar sağlamaktadır.” Bu iddia, İsrail destekçileri arasında tartışmasız doğru olarak kabul edilmekte, hem İsrailli siyasetçiler hem de İsrail yanlısı ABD’liler tarafından düzenli olarak kamuoyuna hatırlatılmaktadır.

Sovyet genişlemesini sınırlandırmaya yardımcı olmuş, Mısır ve Suriye gibi Sovyet hizmetçilerine utanç verici yenilgiler tattırmış olabilir. İsrail nadiren de olsa Ürdün Kralı Hüseyin gibi başka ABD müttefiklerine yardımcı olmuş, askeri hünerleri ise Moskova’yı yenilmekte olan destekçilerini daha fazla desteklemeye mecbur bırakmıştır. İsrail bununla kalmayıp ABD’ye Sovyet güçleri hakkında faydalı istihbarat da sağlamıştır.

1990’lardan başlayarak, özellikle 11 Eylül sonrası dönemde İsrail’e sağlanan ABD desteğinin artması şu iddia ile gerekçelendirildi: “Her iki ülke de kökleri Arap veya Müslüman aleminde bulunan, bazı ‘asi devletlerin’ koruması altında olan ve kitle imha silahları elde etmeye çalışan terörist gruplarca tehdit edilmektedir.” Böylesi bir gerekçelendirme esasında Washington’un İsrail’e Filistinlilerle olan ilişkilerinde serbestçe davranabilme hakkı vermesi anlamına geliyordu. Yani Filistinli teröristlerin tamamı hapsedilene veya öldürülene kadar İsrail’den hiçbir taviz vermesi beklenmiyor.

İsrail ve ABD’nin ortak bir terörist tehdit karşısında birlikte hareket ettiğini söylemek geriye dönük bir sebep-sonuç ilişkisi ortaya çıkarmakta. Yani ABD’nin terörizm sorunu, İsrail ile bu kadar yakın müttefik olmasından kaynaklanıyor. İsrail’in Kudüs’teki varlığı ve Filistinlilere çektirdiklerinin Bin Ladin dahil eski ve yeni El Kaide liderlerinin ana motivasyonu olduğu tartışmasız bir gerçek. ABD 11 Eylül Komisyonuna göre Bin Ladin’in ABD’ni alenen cezalandırma güdüsü başta İsrail’e olan desteği olmak üzere Ortadoğu politikalarından kaynaklanmaktaydı.

 

İsrail’e Sorgusuz Sualsiz Sağlanan Koşulsuz Destek…

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Arap ve İslam Dünyası Kamu Diplomasisi Danışma Kurulu’nun araştırmaları gösteriyor ki “Söz konusu ülke vatandaşları Filistinlilerin yaşadığı sıkıntılar ve bu süreçte ABD’nin oynadığına inandıkları rol nedeniyle üzüntü ve keder içindeler”. Ortadoğu’daki sözüm ona asi ülkelere gelince… ABD’nin İsrail’e olan bağlılığını bir kenara koyacak olursak bu ülkelerin hiçbiri hayati ABD çıkarlarına ciddi bir tehdit oluşturmuyor.

ABD, bu rejimlerle birtakım ihtilaflar yaşıyor olsa da, Washington İsrail ile bu kadar yakın ilişkiler içinde olmasaydı eminiz İran, Irak veya Suriye konularında bu kadar telaşlanmayacaktı. Tercih edilen bir sonuç olmasa da adı geçen ülkeler nükleer silahlara sahip olsa bile bu durum, ABD için stratejik bir felaket olmazdı. Ne Amerika ne de İsrail nükleer silaha sahip asi bir devlet tarafından tehdit edilemez çünkü şantajcının  ciddi bir misillemeye maruz kalmadan tehditlerini savurması olanaksız İsrail’i terörle mücadelede ve muhtelif Ortadoğu diktatörlüklerine karşı ABD’nin en önemli müttefiki saymak, sadece İsrail’in bu konudaki becerilerini abartmakla kalmıyor, İsrail politikalarının ABD’nin gayretlerini nasıl zorlaştırdığını da görmezden geliyor.

İsrail’e sorgusuz sualsiz sağlanan koşulsuz destek, ABD’nin Ortadoğu dışındaki konumuna da zarar veriyor. ABD dışındaki fikir odakları ABD’nin İsrail’i fazla desteklediği izleniminde. Onlara göre İsrail’in işgal altındaki topraklarda uyguladığı baskının etik olarak mantıktan uzak olması bir yana uluslararası düzeyde terörle mücadeleyi de baltalamakta. Örneğin Nisan 2004’te 52 eski İngiliz diplomatın dönemin başbakanı Tony Blaire gönderdikleri mektupta İsrail-Filistin ihtilafının “Batı ile Arap ve İslam alemleri arasındaki ilişkileri zehirlediğini” belirterek Bush ve Başbakan Ariel Şaron’un politikalarının “tek taraflı ve yasadışı” olduğu uyarısında bulunuyorlardı.

İsrail’in stratejik değerinin sorgulanmasını gerektirecek son bir unsur da bu ülkenin tamamen sadık bir müttefik gibi davranmayışıdır. İsrailli yetkililer ABD’nin taleplerini sık sık görmezden gelmekte ve üst düzey ABD liderlerine verdikleri sözlerden dönmektedir (örneğin yeni yerleşim inşaatlarının durdurulacağı ve Filistin liderlerinin ‘planlı suikastlarla’ infaz edilmeyeceğine dair geçmişte verilmiş teminatlar)

ABD’nin İsrail’e olan koşulsuz desteği Bin Ladin gibi radikallerin davalarına destek ve bu uğurda savaşacak gönüllü bulmalarını kolaylaştırıyor. Bölgede gerçekleştirilen kamuoyu yoklamaları, Arap nüfusun İsrail’e verdiği destek nedeniyle ABD’yi ciddi bir düşman olarak gördüğüne işaret ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Arap ve İslam Dünyası Kamu Diplomasisi Danışma Kurulu’nun araştırmaları gösteriyor ki Söz konusu ülke vatandaşları Filistinlilerin yaşadığı sıkıntılar ve bu süreçte ABD’nin oynadığına inandıkları rol nedeniyle üzüntü ve keder içindeler”.

Özetle, İsrail’i terörle mücadelede ve muhtelif Ortadoğu diktatörlüklerine karşı ABD’nin en önemli müttefiki saymak, sadece İsrail’in bu konudaki becerilerini abartmakla kalmıyor, İsrail politikalarının ABD’nin gayretlerini nasıl zorlaştırdığını da görmezden geliyor.

 

İddia Edilen Stratejik Değeri Bir Yana İsrail Destekçileri:

1- Zayıf ve düşmanlarla çevrilmiş bir ülke;

  1. Etik olarak tercih edilir bir yönetim sistemi olan demokrasiyi benimsemiş;
  2. Yahudi halkına geçmişte büyük acılar çektirilmiştir ve bu nedenle özel muamele görmeleri gerekir;
  3. İsrail’in tutumu düşmanına kıyasla her zaman daha etik olmuştur.

Bu sayılanlar gerçekten etik mi kısa bakalım:

Bugün İsrail, Ortadoğu’daki en büyük askeri güç konumunda muamele görmeleri gerekir. Zayıf olanı kollamak inandırıcı temellere dayanan bir gerekçe olsaydı ABD’nin İsrail’in rakiplerini destekliyor olması gerekirdi.

ABD geçmişte çıkarları uğruna demokratik hükümetleri devirmiş ve diktatörleri desteklemiştir. Günümüzde ise halen birçok diktatörlükle iyi ilişkiler içinde. Yani, İsrail’in bir demokrasi olması ABD desteğini gerekçelendirmekten de açıklamaktan da yoksundur.

İsrail’e verilen desteğe gösterilen üçüncü etik gerekçelendirme, başta Holokost (Nazilerin Yahudi Soykırımı) trajedisi olmak üzere Yahudilerin tarih boyunca Hristiyan Batı’da gördüğü zulümdür. Fakat İsrail’in kurulması büyük oranda masum bir üçüncü taraf olan Filistinlilere karşı başka suçlar işlenmesine neden oldu. Burada en büyük etkenin Yahudi lobisi olduğu görülüyor. Çünkü ABD’de FED dahil neredeyse her şeye hakimler. Saygılarımla.

 

….

Yararlanılan kaynak: Stephen M. Walt – John Mearsheimer; ‘İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası’

Yorum Yapın

Navigate