MİLLİ TARIM POLİTİKASI VAR MI?

Çiftçi, artan girdi maliyetlerine çözüm beklerken, ülke tarımının yapısı tamamen değiştirilerek, şirketlere devrediliyor. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Tarımda Milli Birlik Projesi”ne göre, hisselerinin yüzde 50’sinin özel sektöre ait olacağı Semerat Holding kurulacak. Toprak Mahsulleri Ofisi’nden Atatürk Orman Çiftliği’ne, Türk Şeker’den Çaykur’a kadar tarımda faaliyet gösteren Kamu İktisadi Teşekkülleri de (KİT) bu holdingin iştiraki yapılacak. Holdingin yüzde 50’si özel sektör, yüzde 35’i Milli Birlik Kooperatifi ve yüzde 15’i de KİT’lerden oluşacak. Tarım ve Orman Bakanlığı taşra teşkilatı ile Tarım Kredi Kooperatifleri birleştirilerek Milli Birlik Kooperatifi oluşturulacak. Bu kooperatifin içinde Orman Genel Müdürlüğü, Or-Koop ve Sür-Koop da yer alacak.

Türkiye’nin her ilinde tarım il ve ilçe müdürlükleri varken; hayata geçirilmek istenen bu modelle, ülkenin 12 bölgeye, her bölgenin de 5 birime bölüneceğini aktaran CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun, “İlleri yeni havzalara bölmenin, bürokrasiyi genişletmenin altında neler yatıyor? Çiftçiye mazotu, gübreyi, tohumu, yemi ve tarım ilacını kaça satacaksınız? Bunlara cevap verilmeden yapılan projeyle sınıfta kalırsınız. Ülke, holdingler kurarak yönetilemez. Proje rafa kaldırılmalı” dedi

Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Abdullah Aysu, “Tarım ve Orman Bakanlığı ‘hakemliğe’ indirgenmiş. Çiftçiyi, şirketle başbaşa bırakan, tarımı imtiyazlı şirketlere devreden bir model söz konusu. Bu, çiftçiyi zapturapt altına alıp, toprağını satın almadan kontrol altında tutmaktır” dedi. Devletin artan girdi maliyetleriyle baş edemediği için sorumluluğu şirketlere yükleyip “sorunu birlikte halledin” denileceğine dikkat çeken Aysu, “Yıllardır tarımdaki sorunların çözümü için kooperatifçiliği öneriyoruz.

TMMOB Ziraat Mühendisleri (ZMO) Odası Genel Başkanı Özden Güngör ise bu modelin 2000’lerin başında Dünya Bankası’nın Türkiye’ye dayattığı projenin hayata geçirilmesi olduğuna dikkat çekti. Güngör, “Çiftçinin kalkınmasıyla ilgili hiçbir sözcük yok projede. Şirketleşme ile tarımda, kırsalda kalkınmayı göz ardı eden, üretim için yatırım desteklerini kapsamayan tam bir Dünya Bankası projesidir. Tarımı uluslararası şirketlerin egemenliğine vermek Türkiye tarımını düzeltmez” diye konuştu.

2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu ile çiftçiler için ayrılan desteklemelerin milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmü getirildi. Bakanlık verilerine göre, çiftçi sayısında da ciddi bir düşüş var. Çiftçi Kayıt Sistemi’nin uygulanmaya başlandığı 2002 yılından 2017 yılına kadar kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 588 bin 666 kişiden 456 bin 175 kişi azalarak 2 milyon 132 bin kişiye düştü. Bu çiftçilerin işlediği tarım alanı ise aynı dönemde 164 milyon 960 bin dekardan 148 milyon 792 bin dekara geriledi.
Tarım alanlarındaki gerileme ve binlerce çiftçinin tarımdan çekilmesi ülke tarımının geleceği açısından endişe verici. Kaldı ki, Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı tarım alanı ve çiftçi sayısının bir bölümü tarımsal desteklerden yararlanmak için kullanıldığı biliniyor. Yani şehirde veya kırsalda yaşayan belli bir kesimin üretim yapmasa bile sisteme kayıt yaparak desteklerden yararlandığı biliniyor.

 

Son on beş yılda Belçika kadar tarım arazimiz bu nedenle boş kaldığı gibi, var olan tarım alanlarının amaç dışı kullanımına yönelik girişimler ise hız kesmeden devam ediyor. Tarım arazilerinin, meraların, zeytinliklerin amaç dışı kullanımına yönelik istisnalara yer veren yasa teklifleri Meclis gündeminden eksik olmuyor

Tarımsal üretimde kullanılan girdilerden mazotta neredeyse tamamen, tarım ilacı ve gübrede çok büyük oranda, özellikle sera tohumlarında önemli düzeyde yurt dışına bağımlı olunması nedeniyle döviz fiyatındaki en ufak bir artış çiftçinin üretim maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır.

Önemli ürünler bazında çiftçinin eline geçen fiyat kimi ürünlerde enflasyonun altında kalırken, kimi ürünlerde ise geçen yılki fiyatları dahi yakalayamadı. ortalama satış fiyatı bir önceki yıla göre buğdayda yüzde 5,5, mısırda yüzde 13,5, kuru fasulyede yüzde 13,1, ayçiçeğinde yüzde 10,9, şeker pancarında yüzde 5,3, tütünde yüzde 14,6, pamukta yüzde 13,3 artarken yüzde 20,3’lük enflasyonun oldukça gerisinde kaldı. nohutta yüzde 10,9, kırmızı mercimekte yüzde 6,2 ve yeşil mercimekte ise yüzde 11,7 geriledi. bir önceki yıl para etmeyen patateste yüzde 38,9 ve kuru soğanda ise yüzde 71,2 artış oldu.

 2010 yılında tarımın istihdamdaki payı yüzde 23,7 iken, 2018 yılında yüzde 18,4’e düştü. tarımın milli gelire katkısı 2002 yılında yüzde 10,3’ten, 2010 yılında yüzde 9,0’a, 2015 yılında yüzde 6,9’a ve 2017 yılında yüzde 6,1’e kadar geriledi.(1)

 

Yukarıdaki bilgiler ışığında tarıma baktığımızda milli bir tarım politikası yok denebilir. Çünkü Tarım ve Orman bakanlığı bölgeler bulunan çiftçilerin neler ekeceklerini ne ekerse destekleneceğini ve AB’nin sunduğu alternatif ürünlerin neler olduğunu açıklamalıdır. Ülkem çiftçisi kafasına göre ve aile alışkanlığı ile yaptığı üretim artık ülkemize yetmiyor. Bütün bunların yanında Tarım ve Orman Bakanlığının da paramız var aldık demekten vazgeçmelidir. Başka ülke çiftçileri destekleneceğine ülkem çiftçisi desteklenmelidir.  AB sanayisi gelişmiş olmasına rağmen çiftçisini destekliyor çünkü kendi insanını kendi ürünleri ile beslemek esas Öyleyse çiftçiye milli gelirden payını vermek yine kendi kendine yeter ülke haline gelmek zorundayız. Saygılarımla

 

Kaynaklar:

  • Yusuf Yavuz Oda tv 15.5.2019

 

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate