SUUDİLERİN SELEFİ KRİZİ VE İSRAİL’LE NORMALLEŞME

Öncelikle Suudiler yıllardır Selefileri desteklemekle kalmamış kollamıştır. Şeyhlerine bedava kitap yazma, basma, dağıtma ve propaganda faaliyetlerine yoğunlaşma imkânı veren paralar vererek yayılmasını da sağladılar. Selefi hareketi 18. Yüzyılda Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab’ın Neced bölgesindeki davetiyle başladı.

Suudiler, dini şeyhlere devasa paralar aktardılar. Ululemre mutlak şekilde itaat düşüncesi temeline dayanan Camiye Selefiliği ortaya çıktı. Birçok Arap rejimi Selefiliği kullandı ve bu harekete katılım, reform ve demokrasi isteyen, kamusal özgürlüklerin güçlendirilmesi çağrısı yapan siyasal İslam’ın alternatifi diye gördü. Bazı siyasal İslami hareketler daha da ileri gidip Sykes- Picot taksimatına karşı çıktılar. “ Bu ümmetin tek ümmet olduğu, Arapları ve Müslümanları bir araya getiren tek bir devlet kurulması için çalışılması gerektiği” yaklaşımına davet ettiler. Hizbu Tahrir gibi ümmetin kurtuluşunun sınırları kaldırarak ve insanlardan sınırlamaları kaldırıp hilafet devletinde olduğu düşünülmektedir.

Bazı Arap rejimleri Vehhabi ve Camiye Selefilikte başka akımlarla mücadele edebilecek bir güç gördüler. Kitap, kitapçık ve broşürlere sınırları açtılar. Bu kitaplar tartışmalı akaid sorunları gibi kelam ilmine, bazen de namaz hareketleri, müzik ve şarkının hükmü, santranç ve şiddetin hükmü, kabir azabı ve deccal gibi fıkhı sorunlara yoğunlaşıyorlar. Siyasetten uzak durulması ve ne olursa olsun yöneticiye itaatin gerekliği söylemi yükselten Selefi hareket yıllarca siyasette kullanıldı. Şeyhlere yukarıda saydığımız konular için cami kürsüleri tahsis edilerek, Mısır’da 2011’den 2013’e kadar İhvân yönetimini düşürmek ve devrimi ifsat etmek şekilde kullanıldı. Görevleri bitince ortadan kayboldular.

Arap dünyası 2000’lı yıllarda büyük ve derin krizler yaşamaya başladı. Bunun sebepleri:

  • Suudi Arabistan yedi yıldır bu harekete(Selefi) desteğini çekti. Siyasal İslam’a kucak açan Arap devrimlerine desteği durdurmak için misyonerlik faaliyetlerinin finansmanını durdurdu.
  • Selefi hareketinin lider isimlerinin benzeri görülmemiş çelişkilerinin su yüzüne çıkması, bunun en bariz örneği Mescid-i Harem hatibi Abdurrahman Sudeys’tir ki kürsüyü Müslümanların inancının hilafına İsrail işgaliyle normalleşmeyi pazarlamak için kullandı.

1990’ların başında Irak’a karşı ABD’nin yardım istenilmesini meşrulaştırmak ve pazarlamak amacıyla Camiye hareketi şeklinde ortaya çıkışıyla yenilense de şimdilerde buharlaştı.

İsrail resmi ve gayri resmi medyası, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Benjamin Netanyahu ve normalleşme anlaşmasının fikir babası Amerikan dışişleri bakanı ile bu üçlü bir araya geldiklerini doğruladı. Suudi dışişleri bakanı Faysal bin Ferhan’ın Twitter hesabında “ utangaç” yalanlama ikna edci değildi.

Netanyahu’nun ofisinin yalanlama veya teyit etmediği, sadece “ yorum yok” sözüne karşı İsrail eğitim ve güvenlik bakanlığı üyesi Yuaf Galant orduya yaptığı açıklamada toplantıyı doğruladı. “ Seleflerimizin hayal ettiği bir başarı, sünni dünya tarafından İsrail’in sıcak kabulü ve düşmanlığın kökünden ortadan kalkması esaslı bir kazanımdır” dedi. “ABD, İsrail ve İran Şii aşırılığıyla mücadeleye katılan herkesi içine alan eksen ortaya çıkmaya başladı.” sözlerini de ekleyiverdi.

Prens Selman, iktidarının ilk gününden itibaren “yüzyılın anlaşmasını” ve işgal devletiyle(İsrail) yakınlaşmayı destekledi. Trump yönetimi ve damadı Kushner; her ikisinin bu anlaşmayı, normalleşme projelerini, Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, Batı Şeria, Ürdün Vadisi ve Golan Tepelerinin ilhakını hayata geçirme planlarını desteklemek için ülkesinin yüzlerce milyar dolarlık servetini döktü.

Prens Selman’ın; İsrail’in işgalini, Yahudi yerleşimlerini, Kudüs’ün Yahudileştirilmesini, Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail’in savaş suçlarını kınayan tek bir açıklamasını duymadık ve okumadık. Yine bu dönemde Suudi hava sahası İsrail savaş uçaklarına açıldı. BAE, Bahreyn ve Sudan’ın normalleşme anlaşmalarını tebrik ettiğini, eğitim müfredatlarından İsrail oluşumunu doğrudan veya dolaylı şekilde karalayan ifadelerin çıkardığını da gördük.

Suudi yönetimi yeni ABD Başkanı Jeo Biden’in kendilerine yönelik tepkiyi hafifletmek için Siyonist lobiye bel bağlıyor. Jeo Biden’in Yemen savaşı, Cemal Kaşıkçı suikasti, insan hakları ihlâlleri vs. gibi suçlamalarla Suudi yönetimine dönük tehditleri bilinmektedir. Suudi yönetiminin bu tehditten dolayı İsrail lobisine sığınması onları kurtarır mı bilinmez?

Yapılan kamuoyu yoklamalarında Suud halkının büyük çoğunluğu yanında diğer Arap, Müslüman ve özellikle de Mısır, Ürdün, BAE ve Bahreyn halkları da normalleşmeye karşı olduklarını gösteriyor.

Neom kentinde normalleşme üçlüsünün buluşmasını, Netanyahu’nun Mossad başkanı eşliğinde Haremeyn’in temiz topraklarını ziyareti İsrail medyasının açığa çıkarması yönünde bir anlaşma olmasını uzak görüyoruz. Suud dışişlerinin “ mırıltılı” yalanlaması geldi. Şayet ziyaret doğru değilse niçin Suudi hükümeti İsrail iddialarını yalanlamak için uluslararası bir basın toplantısı yapmadı?

Suudi Arabistan, İsrail’le bu normalleşme adımlarının en büyük kaybedeni olacaktır. Çünkü heybetini ve İslam dünyasının liderliğini (!?) kaybedecektir. Bu bağlamda birinci adım; liderliği sadece sünni dünyayla sınırlaması(!?) ve Müslüman Şii kardeşle mücadelede düşman İsrail’in yanında yer almasıdır.

Mekke ve Medine’deki Suudi ailesinin Haremeyn iktidarı ciddi tehlikeye girecektir ve hatta belki dünyanın dört bir yanındaki 2 milyar Müslümanı isyan ettirecektir. Şu günlerde normalleşmenin peşinden gidenler Arapların en kötü ve en zayıf günlerini yaşadıklarını, ahlaki ve dini ilkelere, Arap ve İslami meselelere sırt çevirmek, İsrail’in koruyucu şemsiyesiyle gölgelenmek için en iyi fırsat olduğunu düşünülebilir.

Bütün bunlardan sonra Suriye dışişleri bakanı Velid Muallim’den bahsetmeden olmaz. Suriye’nin Henry Kissinger’i diye ünlenen! Batı ve Doğu diplomasinin yöntemleri, biçimleri, dengeleri ve rüzgarını bilen olarak eşsiz bir şahsiyet olarak lanse ediliyordu. Zeki ve girişimci olmadığı, Cumhurbaşkanlığı sarayı ve istihbarat servislerinin elinde uzaktan kumanda ile yönetilen biriydi.

Velid Muallim’in Suriye dış politikasında hiçbir izi olmadı. Dış politikasında araçları, yöntemleri veya formatlarını geliştiremedi. Elli yıllık diplomatik kariyerine rağmen Muallim’in belirgin bir başarısı da yoktur. İsrail’le müzakereci olduğunda İsrail’li müzakerecileri destekliyordu ve müzakerelerde ilerleme kaydedildiğine dair rejime gönderdiği raporlar abartıya kaçıyordu.

Velid Muallim Esad rejiminin usta bir hizmetçisiydi. “Ya Esad ya ülkeyi yıkarız” diye slogan atan küçük şebbihalar gibidir. Zira Muallim defalarca “Beşşar Esed’in Suriye’de iktidardan gitmesi, şeytanın cennete girmesine bağlıdır.” sözünü sık sık tekrarlamıştı.

Not: Bu yazı Re’yulyevm- Kudsül Arabi  gazetelerinden özetlenmiştir.

Yorum Yapın

Navigate