Çuvaldız

Evveeet değerli okurlar, yazarınız Ahmet Çuvaldız bir ay sonra yine karşınızda. Gerçi ben sizin yanınızdayım amma siz istemeyince ben de ister istemez karşınızda olmuş oluyorum. Biliyorum bir gün beni anlayacaksınız ve ben bugün olduğu gibi o gün de yanınızda olacağım.

Diyarbakırlı Anneler HDP’den Evlatlarını İstiyor

Mehmetçik yurt içinde ve dışında PKK’lı teröristleri birer birer temizlemeye, seçimler öncesi ve sonrasında HDP’li belediye başkanları teröristlere destek verdikleri gerekçesiyle görevlerinden alınmaya devam ederken TV’lerde şöyle bir haber öne çıkar: Diyarbakırlı anneler HDP’den evlatlarını istiyor!

Hacire Akar’ın oğlunu PKK’nın elinden kurtarmasıyla sonuçlanan HDP il binası önündeki oturma eylemi, kısa sürede Diyarbakırlı annelerin “evlatlarımızı istiyoruz” hareketine dönüşür ve daha sonra Fevziye ve Remziye annelere evlatlarını PKK’ya kaptıran diğer bağrı yanık annelerin ve ailelerin de katılmasıyla büyür.

Bir tarafta evlatlarını isteyen gözü yaşlı anneler, diğer tarafta annelerin üzerine yürüyen eli kanlı PKK ile içli dışlı, bölücü HDP’liler. Ha bir de durumu görüntülemek isteyen TV kanalları ve haber peşinde koşan gazeteler.

Görüntülerde merdivenlere oturmuş birkaç gözü yaşlı aile, bu aileleri kapının önünden uzaklaştırmak isteyen gemi azıya almış HDP’liler ve bir de burada “ne oluyor?” diye durumu anlamaya çalışan birkaç vatandaş…

Ve o itiş kalkış sırasında beyinleri çatlatan bir haykırış duyulur can paresi elinden alınmış Aysel Bozkurt’tan, o sırada bina kapısının kepenklerini kapatan HDP’lilere doğru: “Senin oğlun da dağa gitsin bakalım, sen burada oturur musun? Benim oğlum senin umurunda mı?”

Ve devam eder Aysel Bozkurt, gerçekleri HDP’lilerin yüzlerine çarpmaya: “Diyarbakır’da genç bırakmadınız! Ya cezaevinde ya da toprağın altındalar. Başlarım sizin Kürdistan davanıza”

Ve asıl can alıcı soruyu sorar HDP’lilere: “Senin oğlun hangi özel okulda, senin karın hangi plajda?” Bu soruya cevap verildi mi bilinmez amma gerçekler dökülmeye devam eder Aysel Hanım’ın dilinden: “Fakirin fukaranın oğlu dağlarda, siz koltuklarda. Alıştınız insanları dağa göndermeye”

Ve son sözlerini söyler: “Size verecek çocuğumuz yok şerefsiz! Evlatlarımızı size bırakmayacağız. Bütün parti Süleyman’ı tanıyor. Amma diyorlar ki biz Süleyman’ı tanımıyoruz. Süleyman’ı maşa olarak kullandınız. Yeter artık, HDP’ye verecek çocuğumuz yok! Tam otuz yıldır sömürülüyoruz!”

Evet değerli okurlar, bu sözleriyle denilecekleri Aysel Bozkurt bir bir söylemiştir, bundan neredeyse kırk, kırk beş yıl önce başlayan ve hala da devam eden bir sömürü çarkı ve “Kürt Meselesi” adıyla ile kamufle edilmek istenilen vatan bölme faaliyeti hakkında söylenecekleri.

Öncelikle o yürekli anneleri ve yürekleri yanık aileleri kutluyorum, evlatlarını kurtarmak için başlattıkları o mübarek eylem için. Ve yazıklar olsun bize diyorum, o aileleri o melun kapının önünde yalnız bıraktığımız için. Yazıklar olsun o TV kanalları ve gazetelere ki böylesine ulvi bir eylemi birilerinin terör örgütü PKK ile nafile mücadelesiyle ilintilemeye çalıştıkları için…

O aileler orada yapayalnız mı kalmalıydı! Nerede diğer Diyarbakırlılar ve nerede Edirne’den Hakkâri’ye bütün Türkiye? Evet, nerede sivil toplum kuruluşları ve nerede siyasi partiler? Bütün bunlardan geçtim, onlara bir şişe su, bir kap yemek vereni görebilseydim bu bile yeterdi…

Mesele Kürt Meselesi Mi?

Meselenin bir Kürt Meselesi olmadığını bir anne, sade bir vatandaş bile görür ve söylerken, ne hikmetse AKP de dahil bugüne kadar iktidar olmuş bütün partiler ve başlarındaki zevat-ı muhteremler bir türlü görmediler. Görmeleri de mümkün değildi. Zira bu partilerin hepsi birer proje parti, başlarındakiler de birer proje lider…

Kürt Meselesi denilen mesele, yetmişli yıllarda sağ-sol hareketleri ile başlatılıp onbinlerce cana mal olduktan sonra seksen darbesiyle birdenbire sonlandırılan, Kürt kardeşlerimizi ayaklandırarak devletimizi parçalamak için Kürt ismiyle allanıp pullanarak yürütülen günümüz vatan bölme faaliyetlerinden başka bir şey değildir.

Devlet odur ki dost veya düşman devletler tarafından başımıza örülmek istenilen çorapları çok önceden göre ve devlet adamı da odur ki oynanan oyunlara karşı alınması gereken tedbirleri önceden ala…

Bunun için devletin öncelikle ehliyet ve liyakat sahibi partiler ve kadrolar tarafından yönetilmesi gerekir. Dün ve bugün yaşadıklarımız devletimizin dün olduğu kadar bugün de emin ellerde olmadığını gösteriyor.

Öyle olmasaydı bu ülke, bir taraftan alt ve üst kimlikle başlayıp Kürt Meselesini çözme vaadi ile devam eden ve çözüm süreci ile iyice alevlendirilen bir terör sarmalına girmez, diğer taraftan da bu devlet, kadroları Fetöcüler ile doldurularak 15 Temmuz darbesini yaşamazdı.

Devlet yönetmek, sadece kendi evlatlarının istikbâlini kurtarmak değil, milletin bütün evlatlarının istikbâlini kurtarmak, vatanına ve milletine faydalı birer vatandaş haline getirmektir.

Aysel Hanım’ın “Diyarbakır’da genç bırakmadınız! Ya cezaevinde ya da toprağın altındalar” haykırışı aslında HDP’lilere değil bu iktidara. Evet, birileri görevi gereği gençlerimizi dağa kaldırmaya çalışacaktır. Lakin iktidar gençlerimizin dağa kaldırmasını önleyecek ve öldürülen terörist sayısı ile değil yaşattıkları ile öğünecektir.

Geçen yazımda da dediğim gibi yok ediyoruz dediğiniz teröristler, Amerika ve Batı’nın Büyük İsrail hedefine giden meşum yolda maşa olarak kullandığı hain terör örgütü mensuplarından başkaları değil. Sivrisinekleri öldürerek asla bataklıkları kurutamazsınız. Bunun için öncelikle büyük oyunu görebilmeniz gerek!

Sayın Çuvaldız, iğneyi hep başkalarına batırdınız, peki ya siz ne yaptınız? diyorsanız, eski sayılarımıza şöyle bir bakmanızı öneririm. Ayrıca, iktidarlara bu konulardaki uyarımıza istikbali bu iktidarda arayan dava kaçkınları da şahidimizdir, tabii dilleri doğruyu söyleyebilirse…

Yorum Yapın

Navigate