BARIŞ PINARI OPERASYONU’NUN ARDINDAN TÜRKİYE-AMERİKA ETKİLEŞİMİ NASIL OLDU?

Türkiye’nin 10 Ekim 2019’da Suriye’nin kuzeyine yönelik olarak başlattığı Barış Pınarı operasyonuna ABD’den gelen tepkiler nasıldı? Neye itiraz edildi, ne tür kaygılar dile getirildi? Süreçte gelinen son aşama nedir? Bundan sonra da devam edecek olan süreçte önceliklerimiz nelerdir? Bu soruların cevaplarını aramaya yönelik olarak hazırlanmış olan çalışmamızı Bayrak okurlarının istifadesine sunuyoruz.

Öncelikle bir hatırlatmada bulunarak yazımıza başlayalım. 2017 kışında başlatılan Zeytin Dalı Harekâtımızın ardında YPG’yi ABD de terörist ilan etmişti. Harekatın gerekçelerinden birisi de PKK’nın desteklenmesine Türkiye’nin daha fazla tahammülünün kalmamış olmasıydı.

Bu bilgi ile birlikte hatırda tutulmasının faydalı olacağı bir başka bilgi daha verelim. ABD ve Irak arasında yapılmış olan ikili anlaşmalar gereğince, ABD Irak’ta 5.000’den fazla asker bulunduruyor. ABD 2011’de askerlerini çekmişti. Ancak DEAŞ 2014’te saldırılarına başlayınca, ABD çok sayıda özel harekat askerini yeniden bölgeye gönderdi. Yine de 2003 yılında Irak’ın istila edilmesinden sonra ABD askerilerinin sayısı nispeten daha düşük seviyede.[1]

 

ABD KONGRESİNİN GÖRÜŞÜ NEDİR?

Yapılan Barış Pınarı operasyonuna ilişkin olarak ABD kongresinde dile getirilen temel iki görüş bulunuyor:

Birincisi eski ABD Savunma Bakanı Gen. James Mattis’in liderliğini yaptığı görüş. Buna göre, YPG’nin DEAŞ’a karşı silahlandırılması ve Suriye’deki ABD güçlerini desteklemesi gerektiğini ifade ediliyor. Gen. Mattis 2018’de fazla bir açıklama yapmadan “ABD Başkanı Trump’un kendi fikrine uygun danışman seçme hakkı olduğunu” söyleyerek istifa etti. Sonra, 2019 sonbaharında çıkan, kaleme almış olduğu kitabında[2] dış politikaya yön veren bakış açısını izah ediyor. General Mattis, yaptığı açıklamalarda ABD’nin YPG terör örgütünü eğittiğini, silahlandırdığını kabul ederken, YPG terörist unsurlarının kullanılmasının verdiği zararı şu şekilde ifade ediyor:

“Eğer ABD, YPG kuvvetlerini DEAŞ’a karşı kullanmaya devam etmek isterse bu noktada Amerika’nın yeniden güven tesis etmesi zor olacak. YPG’nin DEAŞ’a karşı kullanılmasının bedeli; ABD onlarca askerinin kaybedilmesi, YPG’nin 11.000’den fazla sivili öldürmesi, 23.000 civarında da yaralanma oldu. ABD’nin YPG’nin yeniden bölgede kontrolü sağlamaması halinde DEAŞ’ın yeniden güçlenmesi kaçınılmaz” dedi.

Konuya ilişkin olarak General Mattis’in yaptığı bir başka itiraf da şöyledir: Yaptığı basın toplantısında da Mattis; Trump, DEAŞ’ın tamamen mağlup edildiğini söylese de DEAŞ’ın yenilmediğini söyledi.[3]

2018 Aralık ayında özellikle dönemin Savunma Bakanı Mattis’in istifasını sunmasının ardından Suriye Özel Temsilcisi Brett Mc Gurk da istifasını vermişti. Hatta akabinde ABD Kongresi 1 ay boyunca kapalı kalmıştı. Brett Mc Gurk bu konudaki görüşünü şöyle ifade ediyor. 2.000 ABD özel kuvvetinin eğittiği 60.000 “Suriyeli savaşçının” eğitilip teçhiz edilmesinden sonra 2018 Aralığında ABD Başkanı Trump’ın yaptığı, Suriye’den çekilme açıklamasının bir trajedi olduğunu söylüyor.[4] (Hemen belirtelim ki Mc Gurk’ün kast ettiği “Suriyeli Savaşçılar”, elbette ki Suriye’de DAEŞ’e karşı savaşmak için desteklendiği söylenen terörist gruplardır. Bu ifade ABD yönetiminin bölgemizdeki kanlı savaşlara yaklaşımını görmek bakımından önemlidir.) Mc Gurk de daha sonra yaptığı açıklamada DEAŞ’ın kuvvetlenebileceğini, söylüyor.[5]

Cumhuriyetçi Parti Senatörü Lindsey Graham’ın, Dışişleri Bakanlığındaki üst düzey bir yetkili ile gerçekleşen konuşmasında YPG’nin çekilmesinin bölgeyi İran’ın desteklediği DEAŞ unsurlarının ele geçirmesi ihtimalinden bahsetmiştir. Bu sorular, ABD yönetiminde Trump’ın kararlarının nasıl sorgulandığını görmek bakımından önemlidir. ABD’nin vekili gibi kabul edilen terörist YPG’nin bölgeden çekilmesinin İran’ın nüfuz alanını arttırması kaygılarına yol açtığı açıkça anlaşılabilmektedir.[6] ABD’nin YPG’ye bakışı Virginya Senatörü Michael’ın demecinden de anlaşılabilmektedir. Senatör, “YPG’nin operasyona maruz bırakılmasının sonucunda ABD’nin müttefikini yalnız bırakan bir konuma geldiğini” ifade ediyor. Senatör açıkça ABD’nin terör desteğini savunan ifadeler kullanmaya devam ederek, “2021’de hangi müttefiki bulabileceğini” soruyor.[7]

ABD DIŞ POLİTİKASINDA HÂKİM OLAN DİĞER GÖRÜŞ

ABD Dış politikasına hâkim olan ikinci görüş; Suriye’den ve Irak’tan ABD askerlerinin çekilmesinin zamanının geldiğini savunanların görüşüdür. Bu görüşün başını ABD Devlet Bakanı Mike Pompeo çekmektedir. ABD Dış politikasında yeni bir anlayışı ifade eden Pompeo, verdiği mülakatta, ABD’ye yönelik tehdit oluşması halinde ABD’nin mevcut askeri imkânları dâhilinde yeniden asker göndermesinin mümkün olduğunu da söyledi.

TÜRKİYE’YE YÖNELİK AMBARGOLARIN KALDIRILMASI

Bu ayın başında ABD Başkanı Trump Türkiye ile ticaret anlaşması yapılmak üzere olan 100 milyar dolarlık anlaşmayı askıya almış, çelik tarifelerini %50’ye kadar çıkartmış, Türkiye savunma bakanlığı ve enerji bakanlıkları da dahil olmak üzere Türk bürokratlarına yaptırımlar uyguladığını açıklamıştı.[8]

Uygulanan yaptırımların ardından ABD Başkanı Trump, Türkiye Cumhurbaşkanlığına hiçbir diplomatik teamüle uymayan bir mektup göndermişti. Sürecin devamında Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Türkiye’ye gönderilmişti. İki ülke arasındaki gerilimin devam etmesi halinde her ikisinin de kaybedeceğini anlattığı mektubundan sonra, Türkiye ve ABD arasında anlaşmaya varıldı. ABD Başkanı Trump 23 Ekim’de akşam saatlerinde Türkiye’ye yönelik olarak ilan edilen bütün ambargoları kaldırdığını açıkladı. Trump, operasyon öncesinde ve sonrasındaki süreçte sürekli olarak açıklamalar yaptı. Yapılan açıklamalarda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizi terörist çapulcu gruplarla bir tutularak “bırakın kavga etsinler” şeklinde hadsiz açıklamaları ile ABD’nin bölgeden çekilirken ardında bırakmak istediği istikrarsızlaştırılmış bölgeyi amiyane üslubu ile ortaya koymuştur. “Balkanlaştırılmış” bölgenin gerektiği zaman müdahale edilebilir karmaşık halde bırakılması planlanmakta olduğu anlaşılmaktadır.

Trump, mensubu olduğu “Amerika merkezine çekilme” görüşünü savunurken başkanlığı sürecinde Ortadoğu’da 2,5-3 trilyon dolar harcandığını, Amerika’nın dünyanın polisi olmadığını, başkalarının da sorumluluk almasının zamanı geldiğini açıklaya geldi. Bu sert açıklamaları yaparken bir yandan da Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu ve DEAŞ’a karşı ABD ile beraber hareket ettiğini de ifade etti.[9]

ABD’nin Ortadoğu’daki temel kaygısı ve kavgası Petrol ve İsrail üzerinedir. Yapılan açıklamalarda bu asla saklanılmamaktadır. Trump açıklamalarının bir tanesine “petrolü güvenceye aldık ve çekiliyoruz” demişti. Dünya petrol fiyatlarının dengesinin bozulmasının Batı ülkelerini ciddi ekonomik bunalımlara sokabildiği yakın tarihteki pek çok örnekte görülmektedir. Unutulmamalıdır ki petrol, teröristler için çok önemli bir mali kaynaktır. Ancak ABD Başkanı Trump, tehlikeli topraklarda, petrolü korumak için asker bırakmanın gerekli olmadığını açıkladı.[10] Anlaşıldığı üzere bölgemize ve bölgemiz insanlarına ait olan petrol ve diğer yer altı kaynakları üzerinde de vekalet savaşları devam etmektedir.

SONUÇ

ABD dış politikasına hâkim olan “dünya jandarmalığını alenen sürdürmek üzere ABD dışında asker bulundurmak” ve “Askeri unsurları ve yatırımları merkeze çekerek, dünyayı merkezden yönetmek” şeklinde özetlenebilecek iki görüşün ABD’deki çarpışması, en çok Türkiye’yi ilgilendirmektedir.

Eğer DEAŞ saldırmazsa, PKK/YPG de destek vermezse Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge oluşturmasının pek bir güçlüğü yoktur. Peki ya ABD’deki ilk görüşün gerekçeleri ve sonuçları gerçekleşirse ne olur? Yani DEAŞ yeniden İran’ın desteğini de alarak toparlanır ve Türkiye’ye saldırırsa ne olur? Unutmamak gerekir ki DEAŞ yaptığı açıklamalarda İstanbul ve Ankara’yı “teröre boğmak” ile tehdit etmektedir. PKK / YPG ise bölgede bir terör devleti kurma hayali ile ülkemizin toprak bütünlüğünü tehdit etmeye yeltenmektedir.

Türkiye, kırmızı bültenle aranan PKK/YPG’li terörist “Mazlum Kobani” kod adlı Ferhad Abdi Şahin’in uluslararası güçler tarafından “siyasi bir figür” olarak görülmesi çabalarına tepki gösteriyor. Barış Pınarı operasyonu sürecinde Interpol tarafından kırmızı bültenle aranılan “mazlum” kod isimli terörist ile ABD başkanının defalarca telefonda görüşmesi, Türkiye’ye bir muhatap olarak bu kişiyi tanımaya zorlaması, terörün ABD himayesinde olduğunun en bariz göstergesi olarak kabul edilmelidir. İlave olarak da ABD Başkan yardımcısı ile Erdoğan’ın üzerinde anlaştıkları mutabakat metninde YPG ve gruplar terör örgütü olarak tanımlanmamakta.

 

Trump; telefon görüşmesinde “Görüşmemizden büyük keyif aldım, en kısa sürede seni görmek için sabırsızlanıyorum” dediği Mazlum isimli teröristi maşa olarak kullandığını ve onlara finans imkanlarının en büyüğü olan petrol kaynaklarına yönlendirdiğini düyaya ilan etmiş oluyordu. Attığı tweetlerde teröristi yere göğe sığdıramayan Trump, “O, yaptıklarımızdan dolayı bizi takdir etti, ben de onların yaptıklarını takdir ettim. Belki de petrol bölgelerine yönelme zamanları gelmiştir” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Bu bilgiler ışığında olaylar yeniden değerlendirildiğinde görülmektedir ki ABD bölgeden çekilmemekte ve yeni bir oyun kurmaya çalışmaktadır.

Sonuç itibariyle, ABD ister merkeze çekilerek taşeron terörist örgütler vasıtası ile olsun isterse doğrudan kendi silahlı kuvvetleri vasıtasıyla olsun BOP projesini adım adım uygulamaktadır. Kalıcı, sağlıklı, ülke menfaatlerimize uyan diplomatik temasların kurulması, istikrarlı dış politikanın izlenmesi Türkiye’nin ve Ortadoğu insanlarının menfaatine olacaktır. Çünkü yukarıda sizlere sunmaya çalıştığımız ABD iç basınında yer alan tüm bu açık kaynak bilgileri de göstermektedir ki ABD; insanlara, en çok da Müslümanlara zarar DEAŞ isimli yapıyı ortadan kaldırmak için bölgede bulunmuyor. ABD amaçlarını açıkça en yetkili ağızlardan ifade etmektedir; “petrol kaynaklarını elde etmek ve İsrail’in yaşam alanlarını korumak…”

 

[1] www.militarytimes.com esper-says/  22.10.2019

[2] “Call Sign Chaos: Learning to Lead.”

[3]https://www.military.com, 15.10.2019

[4] Foreign Affairs, Mayıs Haziran 2019, sy. 69

[5] www.militarytimes.com, 22.10.2019

[6] www.militarytimes.com, 15.10.2019

[7] CNN 22 Ekim 2019

[8]www.military.com, 24.10.2019

[9] CNN International, 23.10.2019

[10]www.thehill.com/policy/defense, 22.10.2019

Yorum Yapın

Navigate