Yazıma, sizlere “ne alaka!” dedirtebilir ama ben “pankreas güreşleri” ile başlamak istiyorum. Madem güreş ile başlayacaksın, bizim ata sporumuz yağlı güreşlere, karakucak güreşlerine ne oldu Ahmet Bey diyebilirsiniz. Seyredenleriniz olmuştur. Bu pankreas güreşlerinin adı güreştir, amma bildiğiniz güreş değil, iki çam yarmasının ringde, evet minderde değil ringe yaptığı danışıklı dövüştür pankreas güreşi. Bu yönünü bilmeyenler pankreas güreşçilerini seyredenler birbirini yerden yere vuran, acımasızca ve öldüresiye darbeler indiren iki çam yarmasını görür ringde. Bunların yaptıklarının hepsi bir gösteridir ve güreşçilerin birbirlerine karşı vahşice hamleleri de dublörlerin bir film sahnesini çekimi sırasında yaptıklarından farklı değildir. Bir nevi Amerikan orta oyunudur pankreas güreşleri…
Gelelim asıl konuya, bizim Suriye’deki Amerika ile yaptığımız pankreas güreşine. “Şimdi anlaşıldı mı?” yukarıda yazdıklarım. Fısıldaşsanız da, normal sesle konuşsanız da bilirsiniz ki ben duyarım, şimdi de duyuyorum. “Tamam, pankireas mı ne, o dediğin güreşi anladık da “bizim Amerika ile pankireas güreşi” dediğin ne ola ki” mı diyorsunuz. Aslında sizlerde iyi biliyorsunuz, ama bilmiyor ayağına yatıyorsunuz. Madem öyle, sizinle birlikte bütün yatanlara, mışıl mışıl uyuyanlara gelsin sıradaki şarkı, affedersiniz aşağıdaki satırlar.
Bizim pankreas güreşi, hani Reis’in “Eyy Trump! Eyy Amerika! Sen on dört bin kilometre ötelerden gelip Suriye’de neylersin?” dediği Amerikanya var ya, işte o Amerikanya’nın Iraktan sonra Suriye’nin kuzeyini terör yuvası haline getirmesi üzerine Reis’in “müsaade etmeyiz” deyip şanlı ordumuzu Suriye’ye göndermesi ile devam eden ve adı “Barış Pınarı” olan oyun…
Öncelikle belirteyim ki, şanlı ordumuz ve mensupları bu oyuna asla ve kata dahil değildir, onlar ülkemize yönelen tehdidi ortadan kaldırmak için can ve cananlarından, anne ve babalarından ve de evlatlarından vazgeçerek cennet bahçesine girer gibi sınırın ötesindeki Amerikan beslemelerinin üzerine giden aslan parçalarıdır. Rabbim yar ve yardımcıları olsun…
Olanlara sade bir vatandaş olarak baktığımızda, Amerikanya’ya, AB’ye, Rusya’ya ve dahi yedi, ne yedisi, yetmiş yedi düvele karşı çıkarak “Suriye’nin kuzeyini bir terör yuvası olmaktan çıkaracağım” diye Mehmedime yürü diyen bir Reis görüyoruz karşımızda. Ve çok değil, topu topu dokuz günde, Amerika’nın eğitip donattığı çakallar birer birer inlerinde yere serilince, mektup yazıp, tvitler atarak ülkemizi tehdit eden Trump maymunun ve yaptırım uygulama kararı alan o dünya devi Amerika’nın Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanının, peşlerindeki zerzevatla pür telaş, koştura koştura taa Ankara’ya, ayağımıza geldiğini de gördük mü?
Bu, ne demek biliyor musunuz? Bu sorunun cevabı olarak, yapılan ortak anlaşma metniyle, ABD denilen dünyanın patronunu dize getirdik, bütün emperyalistlere diz çöktürdük demeyi çok mu çok isterdim. Maalesef diyemiyorum, çünkü gerçekler bunun tam da tersi. Bunu ben söylemiyorum, bileklerini büküp imza attırdık dediğimiz o sözde anlaşmada yer alan maddeler söylüyor. O halde gelin hep birlikte o maddelere birlikte göz atalım. Anlaşma denilen ABD ile ortak yayımlanan metnin ismi “Kuzeydoğu Suriye’ye İlişkin Türkiye-ABD Ortak Açıklaması”
Ve bakalım bizimkilerin anlaşma dediği açıklamayla neler açıklanıyor. İşte ilk madde: “Türkiye ve ABD, iki yakın NATO üyesi olarak ilişkilerini teyit eder. ABD, Türkiye’nin güney sınırına dair meşru güvenlik kaygılarını anlar.”
Ne deniliyor bu ilk maddede: “Türkiye ve ABD, iki yakın NATO üyesi olarak ilişkilerini teyid eder. ABD, Türkiye’nin güney sınırına dair meşru güvenlik kaygılarını anlar” Doğru, gerçekten de yakın, ne yakını, dost ve de müttefik iki NATO üyesiyizdir biz Amerikanyayla. Doğrusu ABD bize dostluğunu da, müttefikliğini her fırsatta göstermekten çekinmemiştir. Her ne kadar bizim güney sınırımıza yönelik kaygılarımızın nedeni, besleyip büyüttükleri, koruyup kolladıkları PYD ise de ABD bize; PYD size feda olsun, ben kenara çekiliyorum, buyurun girin demişlerdir Suriye’ye. Bir gece ansızın işte bu vize ile girdik Suriye’ye. Ahmet Bey, bunu da nerden çıkardın diyorsanız, bi zahmet başta Trump olmak üzere, ABD yetkililerinin açıklamalarına göz atıverin, görürsünüz görmeniz gerekenleri.
Tamam anladım, “şimdi işin yoksa kalk, şu adı deviit mi, tvit mi ne, onları araştır” diye mırıldanıyorsunuz. Ehh, ne yapalım başladık bu işe anlaşıldı bunu da ben yapacağım. İyi o zaman buyurun, okuyun, ne diyor bizim delidir ne yapsa yeridir dediğimiz Trump Efendi: “Daha önce güçlü bir şekilde ifade ettim, şimdi bir kez daha yinelemek için söylüyorum; Türkiye, benim derin ve eşsiz anlayışıma göre, sınırların dışında olduğunu düşündüğüm bir şey yaparsa, Türkiye’nin ekonomisini mahvederim ve yok ederim. (Bunu daha önce de yaptım!) Buradaki sınırların ülke sınırları değil, Trump Efendinin kırmızı çizgileri olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?
Gelelim 2. maddeye: “Türkiye ve ABD, kuzeydoğu Suriye başta olmak üzere sahadaki gelişmelerin, ortak çıkarlar temelinde daha yakın eşgüdüm gerektirdiğini kabul eder.”
Suriye’de ABD ile ortak çıkarlarımız ne ve bu ortak çıkarlar için eşgüdüm ne demek? Bizim için ABD ile Suriye’de ortak çıkarlardan bahsetmek mümkün mü? Böyle bir şey asla söz konusu olmaz. Zira, bizim Suriye konusundaki tezlerimizle Amerika’nın tezleri, daha doğrusu Suriye’de yaptıkları ile taban tabana zıt. Bu zıtlığı her iki devletin yetkililerinin açıklamalarında görmek mümkün. Biz PYD ile PKK birdir, PYD, PKK’nın Suriye’deki uzantısıdır, hain bir terör örgütüdür derken, ABD ise onlar savaşçıdır, İŞİD ve diğer terör örgütlerine karşı savaşıyorlar diye donatıp eğitmedi mi PYD’deyi?
Amerika’nın Suriye’de yürüttüğü malum BOP operasyonu ortadayken ve biz daha başından beri bu operasyona karşı çıkarken şimdi açıklamada tersine ortak çıkarlardan bahsedilmesi burnumuza çok kötü kokuları ulaştırıyor. Hani bir de Reis’in bu projede eşbaşkan olduğu düşünüldüğünde…
Ortak açıklamanın 3. maddesinde: “Türkiye ve ABD, “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” anlayışıyla NATO topraklarını ve halklarını tüm tehditlere karşı koruma taahhütlerini muhafaza eder” denilmiş.
Bir NATO üyesi olduğumuz düşünüldüğünde ve adı geçen tehdit sadece bizim sınırımızda iken “NATO topraklarını ve halklarını koruma taahhütlerini muhafaza etmek!” En başta en büyük NATO üyesi ABD, arkasında diğerleri bu tehditin açık kaynağı değil mi? Bizi kollayan ve koruyan yok, üstelik arkadan, önden, yandan ve de sırtımızdan sürekli hançerleyenler var, amma “taahhütleri muhafaza etmek” de yine bize düşüyor. Hani mülteciler sınırlar aşıp Avrupa’ya yöneldiğinde, bize “bak, size 3 milyar Avro verecek biz, ne olur şu sınırları kapatın” diyerek mültecileri ülkemize hapsettirip besletenler, şimdi de “siz var çok cömert, insanlara var çok yardım etmek, öyleyse durmak yok, yola devam” diye kendilerini ve ülkelerini bize korutmak istiyorlar. Mesele değil, zaten koruyoruz, korumaya devam da ederiz. Laf bile olmaz!…
Ben şu “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” anlayışına takıldım kaldım. Ben ki çabuk unutan biriyim, ama siz öyle mi, hatırlarsınız. Hangi NATO üyeleri “bizi” birimiz olarak gördü? Gördünüz mü siz de hatırlayamadınız. Yok, yok, hemen korkup “eyvahhh” diye telaşa kapılmayın, sizde öyle unutkanlık falan yok, çünkü hatırlanacak hiçbir şey maalesef yok! Ama biz, yıllardır ABD başta olmak üzere “hepsine” “birimiz” olarak hizmet ediyoruz, edeceğiz, ve ettirecekler de…
“Her iki ülke, insan hayatı, insan hakları ile dini ve etnik toplulukların korunmasına yönelik taahhütlerini yineler” yazıyor 4. maddede. Ne güzel, insan hayatı, insan hakları vb. Sanki Suriye’ye girip çoluk çocuk demeden, kadın ve erkek diye ayırmadan, binlerce insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına, sakat kalmasına, kadınların ırzına geçilmesine, milyonlarcasının da yerinden yurdundan edilmesine uzaydan gelen Kriptonlular sebep oldu. Biz de tutup, Eyy Amerika! Eyy Trump! diye o insan haltları şampiyonu devlete ve dahi onun sarışın bomba Başkanı’na bağırıp durduk boş yere. Allah’tan adamlar geldi, bizi kendimize getirdi de kendilerinin hiçbir zaman yerine getirmediği “insan hayatı, insan hakları, dini ve etnik toplulukların korunmasına yönelik taahhütleri hatırlattı bize. Eee ne yaparsın, sen hatırlamazsan birileri gelir sana hatırlatır, bunu ve de Suriye’deki vazifeni…
“Türkiye ve ABD, Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ’la mücadele faaliyetlerinin devamında kararlıdır. Bu, önceden DEAŞ kontrolünde olan yerlerde yaşayıp yerlerinden edilen şahıslar ile alıkoyma merkezleri hususlarında uygun şekilde gerçekleştirilecek eşgüdümü de içerir” yazıyor 5. maddede. Bu maddeye göre Suriye’de mücadeleye devam edilecektir. Lakin bu mücadele asla PYD ile yapılmayacak, meşhur Amerikan Strateji kuruluşlarında tasarlanıp CIA merkezlerinde üretilerek bütün İslam ülkelerine, bu arada Suriye’ye de serpiştirilen bizim İŞİD, onların DAEŞ dediği cinayet şebekelerine karşı yürütülecek. Ehh, İŞİD denen ABD güdümündeki terör örgütünün yerinden edip adına toplanma merkezleri denilen derme çatma baraklardan oluşan mülteci kamplarındaki insanlara da elimizi uzatacağız. Evet, elimizi biz uzatacağız. Mültecilere mi? Hem onlara hem de Beyaz Saray kime diyorsa ona! Peki, Ak Saray, pardon Beyaz Saray ne diyor? “Türkiye bundan böyle, ABD’nin son iki yıldır bölgede yakaladığı DEAŞ savaşçılarından sorumlu olacak.” Kısacası ABD aslanlarımı senden sorarım, ona göre diyor. Zaten soran sorana, sen de sor be Coni, sormazsan namertsin!
Gelelim 6. maddeye. Şu ifadeler yer alıyor bu maddede: “Türkiye ve ABD, terörle mücadele harekatlarının yalnızca terör unsurları ile bu unsurlara ait barınak, sığınak, mevzi, silah, araç ve gereci hedef alması gerektiği üzerine mutabık kalır.”
Hah, işte bu. İnsani olan, savaşıyor dahi olsan yapman gereken tam da işte bu! Yani sadece savaşçılar, sivil halk asla! Ne güzel. İyi de Mehmedimin sivile dokunduğu, kadına el uzattığı, çoluk çocuk demeden herkese saldırıyor mu da böyle bir maddeye gerek duydunuz ey yetkililer!
Gelin, isterseniz biraz açalım bu maddeyi. ABD’nin terörist kabul ettiği kimler. El cevap, sadece ve sadece İŞİD. Tamam, tamam, işittik. Peki ya PYD? Dur, Ahmet Bey, sen ne yapıyorsun? Haşa, onlar terörist değil, milis gücü, Amerikanya’nın Suriye’deki çıkarlarına hizmet için var! Bırak savaşmayı, onlara dokunmak dahi yasak. Demek ki, tabii ki müsaade edildiğinde, Suriye’de teröre karşı mücadeleyi sadece İŞİD’e karşı yapacağız. Olsun, zaten biz de İŞİD’i terörist bir grup olarak kabul ediyoruz. Coniler üzülmesin, merak da etmesin, bu işi de halledilmiş bilsin!
- maddede de benzer konular yer alıyor. Lakin bu sefer bütün sorumluluk sadece bize yüklenmiş. Bu maddede deniliyor ki, “Türk tarafı Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen güvenli bölgedeki bütün meskûn mahal (güvenli bölge) sakinlerinin dirliği ve güvenliğini sağlayacağını taahhüt eder, sivillerin ve sivil altyapının zarar görmemesi için azami dikkati göstereceğini vurgular.”
Eee, güvenli bölge, güvenli bölge de güvenli bölge diyor başka bir şey demiyordunuz. Alın size güvenlimi güvenli bir bölge. Lakin güvenliğini sağlamak şartıyla. Ben sadece şunu diyeceğim. Haşa, Mehmedim katiller sürüsü mü ki böyle bir metnin altına imza attınız siz eyy yetkililer. Bu, Türk Ordusuna büyük bir züldür. Siz utanmayabilirsiniz, lakin ben utanıyorum, yüce Türk Milleti ve şanlı Ordumuz adına…
Denilebilir ki bu ifadeyle Mehmetçiklerimiz kastedilmemiştir. Doğru, orası Suriye, bölge karışık, hırlısı var, hırsızı var. Bunlar yöre halkının güvenliğini tehlikeye düşürebilir. İŞİD’i devreden çıkardığımıza göre hırlı olarak geriye bir PYD kalıyor, ha bazı yerlerde de rejim güçleri. Sen ülkeyi yangın yerine çevir, güvenli bölge diye bize sunulan ne ucu ne de bucağı belirsiz bölgeyi Teksas’tan bile daha güvenli bir hale getirmemizi bekle. Lakin bizden bunu isteyen Amerika, öyle çok da bekletmemek lazım…
Açıklamanın geldik Suriye’nin siyası ve toprak bütünlüğüne vurgu yapılan 8. maddesine. Deniliyor ki, “Her iki ülke Suriye’nin siyasi birliği ile toprak bütünlüğüne ve Suriye ihtilafını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına uygun şekilde sonlandırmayı hedefleyen, BM öncülüğündeki siyasi sürece olan bağlılıklarını yineler.”
İsterseniz şöyle bir bakalım yenilenen bağlılıklar neleri içeriyor. New York’ta masaya oturan ve her biri Suriye savaşında birer aktör olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri, 19 Aralık 2015 tarihinde 2254 numaralı karar tasarısı üzerinde mutabık kalır. Suriye’de siyasi bir geçiş sürecine start verileceğinin teyit edilen ve BMGK’de onaylanarak resmiyet kazanan bu karar, o sıralar Suriye gündeminde olan geçişin Esed’li mi Esed’siz mi olacağı tartışmasına da son noktayı koyar. Buna göre içerisinde Suriyeli muhalifler ve Türk hükümetinin de bulunduğu ve çoğunluğu oluşturan Esed’siz geçiş cephesine rağmen Esed’li geçiş sürecinde karar kılınır. Bu kararın öngördüğü siyasi yol haritası, Beşar Esed’e en az altı ay daha ülkedeki iktidarını koruma ve daha sonra yapılacak seçimlerde aday olma yolunu açar. Yani seçilmesi halinde demokratik temayüller gereği Esed Suriye’de devlet başkanlığını muhafaza edecektir!
Bir tarafta Esed ve rejim güçleri, diğer tarafta bizim desteklediğimiz Özgür Suriye Ordusu, kuzeyde PYD, çoğunluğu yok edilse de İŞİD kalıntıları ülkeyi parça parça edenlere hizmet etmeye devam ederken, kalkıp Suriye’nin toprak bütünlüğü ve dahi siyasi bütünlüğünden bahsetmek, bence öküz altında buzağı aramaktan da abes bir iştir.
Hani zalim Beşar Esed’i bir gün dahi koltuğunda durmasını asla istemiyor, başlatılacak harekattan sonra ilk Cuma namazını Şam’da kılmak istiyorduk, sahi ne oldu? Ne olacak, eski Şam’lar bardak oldu. Nasıl yani? Nasılı yok değerli okurlar, BMGK kararını açıklamaya koyduk mu? Bu btün dediklerimizi silip çöp sepetine atmaktan başka bir şey değil. Açıklamıyorlar, amma bizimkiler el altında olsa Esed’le de görüşüyor zaten. Biz bahtımızı Reis’e, o da bağladı bahtını BM’ye. Baht mı, tath mı? derseniz ben taht derim, Reis’in taht altında ya, gerisi hikaye…
Durun, o da ne, 9. maddede YPG’den bahsediliyor. Bir daha bakıyorum, evet, doğru, YPG’nin adı geçiyor. Demek ki aldanmamış ve aldatılmamışız. Zira, “her iki taraf Türkiye’nin, YPG ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kalır.” deniyor bu maddede.
Vallahi, ateşler içerisinde yanarken birden bire dondum kaldım. Bu maddede “YPG ağır silahlarının toplanması ve tahkimatlar ile muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, Türkiye’nin milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının öneminden” bahsediliyor. Hapı yuttun YPG. Amerika seni resmen bize satıyor. Acele etmemek gerek, acaba satıyor mu, yoksa koruyor mu? Yıllardır YPG’ye silah verme, verdiklerin de çabuk geri al dedik, duymadı bile bizi Amerika. Hatta daha da fazlasını, daha da ağırlarını verdi, bir taraftan eğitti, bir taraftan donattı, neredeyse düzenli bir ordu haline getirdi. Şimdi bu kadar emek zay mı olacak? Olur mu? Zira, güvenli bölge ile güveni temin edilen biz değil PYD’liler! Evet PYDliler! Zaten güvenli bölge talebi de onların. Sadece seslendirmesini biz yaptık en tepeden, o kadar. Göreceğiz bakalım, PYD’lilerden hangi silahlar toplanacak, hangileri onlara bırakılacak. Hangi gün paçavralarını alıp, ne kadar geride konuşlanacaklar. Maalesef burada, istesek de istemesek de biraz bekleme yapmamız gerekecek…
Ve işte, şimdi ağzımıza çalınan bir parmak balda sıra. Güvenli bölgenin kontrolü bizde olacakmış. Bakın anlaşmanın 10. maddesine, “güvenli bölge, evvelemirde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünde olacak ve her iki taraf, güvenli bölgenin her veçhesiyle uygulanmasında eşgüdümü artıracaktır” deniliyor. Bu kontrolün bizde olması olayı beni pirelendirmiyor değil. Evet, evet, yıllardır İncirlik bir Türk üssü, kontrol bizde demiyor mu? bizim yetkililer. Doğru, bakıyorsun bütün kontroller kontrol odasında, lakin ne hikmetse İncirlikten kalkan Amerikan uçakları Suriye semalarında. Kontrolün bizde olması çok önemli, amma benim gibi parazit yapıp icad çıkarmak isteyenlere de prim vermemek lazım.
Durun, durun, az daha unutuyordum, bir ara Malatya Küreciğe de hava savunma sistemi kurmadılar mı? elin gavuru diye beğenmediğimiz NATO müttefiklerimiz, birilerinin fitne çıkarmak için uydurduğu gibi İsrail’i değil, mollaların atması muhtemel füzelere karşı bizleri korumak için. Hatırlıyorum, orada da kontrol bizde idi. Amma mollalar bir füzecik dahi atmaya cesaret edemeyince söküp götürdüler çok geçmeden.
Orada iş bizim kontrolümüze kalmadı, amma güvenli bölgede kontrol tamamen bizde olacak. Nereden mi çıkardım bunu? Nereden olacak, ortak açıklamanın bu maddesinden. Hiç öyle olmasaydı elin Amerikanyalısı bu maddeye bunu koydurur muydu?
Ve geldik ağzımıza çalınan birer parmak balın bedelini ödemeye. Bu husus 11. maddede düzenlenmiş ve şöyle denilmiş: “Türk tarafı, Barış Pınarı Harekâtı’na YPG’nin güvenli bölgeden 5 gün (120 saat) içerisinde geri çekilmesini teminen ara verecektir. Barış Pınarı Harekâtı, geri çekilmenin tamamlanmasını müteakip de durdurulacaktır.”
Bunu, yani YPG’nin güvenli bölgeden çekildiğini denetlemek mümkün mü? Evet, bahsedilen bir güvenli bölge var ama, nereden başlayacak, nerede bitecek, derinliği Trump’ın söz verdiği gibi 32 kilometre mi olacak, yoksa birkaç kilometre ile sınırlı mı kalacak, hiç belli değil. Hatta bu güvenli bölgenin Suriye’nin kuzeyinde tesis edileceğine dair bırakın bir cümle, bir kelime dahi geçmiyor açıklamanın buraya kadar incelediğimiz maddelerinde. Artık neresi uygunsa oraya tesis ederiz, tabii yeri ve zamanı geldiğinde…
Biz Fırat’ın doğusunda hayalimizdeki güvenli bölgenin ancak sadece bir karşını kontrol altına almışız, daha taa İran sınırına kadar uzanacak bir bölgeden bahsediyoruz. Tamam, artık İHA’larımız, uydularımız var, istihbarat elemanlarımız Suriye’ye dağılmış durumda, her yeri gayet iyi görüyor ve gözetliyoruz. Askeri olarak kontrol altına alamadığımız bölgeleri de İHA’lar ve uydularımızla kontrol ederiz. Doğru olmasına doğru da, sivil giyinip halkın arasına karışmış, yer altındaki mevzilere girip saklanmış kaç kişi ve nerelere sızmış olduklarını bilmediğimiz PYD’lileri nasıl tespit edip kontrol altına alacağız. Oldu ki gerçekten, ya da aldanarak PYD’nin geri çekildiğine kani olduk, açıklamaya göre Barış Pınarı Harekâtı durdurmamız gerekecek. Tamam, durduralım, zaten amaç da PYD’nin çekilmesiydi, o iş tamam oldu ya tak diye durmuşuz fark eder mi? Asıl soru şu: Peki, biz girdiğimiz yerlerde duracak mıyız? Bize bekleme yaptırmayacaklarını iddia etmek asla bir kehanet olmayacaktır. Tek gerçek, güvenli bölge nerede tesis edilirse edilsin, bu bölge sadece PYD’nin güvenli bölgesi olacaktır. Bırakın şimdi bizi de bekleme yapıp karşımıza nasıl bir güvenli bölge çıkarılacak bari onu görelim…
Eyy Amerika! Eyy Trump dedik, inatlarına inat harekâtı başlattık, adamların eteklerini bir güzel tutuşturup soluğu taa Ankara’larda aldırdık. “Etmeyin, eylemeyin, biz bir hata eyleyip, size yaptırım kararı aldık. Siz durdurun şu harekâtı, biz kaldıralım yaptırımları” dedirtip tükürdüklerini bir güzel yalattık. Bu günleri gören biri olarak herkes gibi bende gururlandım. Zira o mağrur ve gururlu Amerika ayaklarımıza kadar gelmiş ve ayaklarımıza kapanmıştı.
Bu, ayaklarına kapandığımız günlerden bu günlere ne müthiş bir gelişme. Amma, aha bu da ne? Ne diyor 12. madde öyle?: “Barış Pınarı Harekâtı’na ara verildiğinde ABD, ‘Blocking Property and Suspending Entry of Certain Persons Contributing to the Situation in Syria’ başlıklı 14 Ekim 2019 tarihli Başkanlık Kararnamesi uyarınca hayata geçirilen yaptırımlara ilavelerini getirmeme ve Kongre nezdinde uygun şekilde çalışmalar ve istişareler yürüterek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda Suriye’de barış ve güvenliğin teminine dönük kaydedilen ilerlemenin altını çizmek hususunda mutabık kalır.” Üstüne bir de “Barış Pınarı Harekatı 11. madde uyarınca durdurulduğunda yukarıda bahsi geçen Başkanlık Kararnamesi uyarınca hayata geçirilen mevcut yaptırımlar kaldırılacaktır.” deniyor.
Türkiye tarafından harekâta ara verildiğinde ABD, Başkanlık Kararnamesi uyarınca hayata geçirilen yaptırımlara ilavelerini getirmeyecek! Ohh, Vallahi şimdi rahatladım, yeni yaptırım yok. Peki bu kadarı yeter mi? Olur mu? daha bunun KDV’si var: Kongre nezdinde uygun şekilde çalışmalar ve istişareler yürüterek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda Suriye’de barış ve güvenliğin teminine dönük kaydedilen ilerlemenin altını da çizecek. Ahmet Bey, bu neyin KDV’si bizimle ne ilgisi var diyorsanız, Vallahi ben de ilgisini kurabilmiş değilim. Amma Kongre nezdinde uygun çalışmalar yapacaklarmış, bakarsın bize, olmadı kendilerine uygun bir şeyler çıkar. Ehh, ağanın eli tutulur mu? Artık “uygun” ne çıkarsa bahtımıza…
Durun, öyle karamsarlığa kapılmayın hemen. Ne deniliyor bu maddenin devamında. “Harekât durdurulduğunda Başkanlık Kararnamesi uyarınca hayata geçirilen mevcut yaptırımlar kaldırılacak! Bak gördün mü, herşey burada bitti, bütün kazanımlar anında buhar olup uçuverdi. Önce sen durdur şu harekâtı, boşuna masraf etme, onlar da durdursunlar yaptırımları. Ehh, artık vursun kösler, raap raapp yürüsün Barış Pınarı zafer alayı…
Bir sonraki madde de, yani 13. maddede “her iki taraf, bu açıklamada kaydedilen bütün hedeflerin uygulanması için birlikte çalışma taahhüdünde bulunmaktadır” deniyor. Kayda geçen hedefler ki onlar Amerika’nındır. Bize kalan tek hedef ise geri çekilip çekilmeyeceği meçhul PYD’den boşalacağını umduğumuz ve güvenli mi güvensiz mi olacağı meçhul bir güvenli bölge. Ehh, misafir umduğunu değil, bulduğunu yiyecektir, adetimiz olduğu üzere. Lakin ABD’ye değil de niye bize çekiliyor bu misafir muamelesi?
İsterseniz şöyle bir de genel değerlendirme yapalım ve artık bu yazıya nokta koymaya çalışalım. Bu anlaşmayla ne aldık, ne verdik, kimleri tanıdık, kimleri kara deftere geçirdik? Merek ettiniz değil mi? Öyleyse buyurun, birlikte merakımızı giderelim.
Öncelikle bizim dünkü sancağımız, Batı Türkmeneli’nin ve dahi Suriye’nin vasisi olarak Amerikanya’yı, üstüne bir de Rusya’yı tanıdık mı? Hem de resmen. Biz, “hooppp Coniler, alın bütün silahınızı mühimmatınızı ve dahi PYD’nizi, şen ey yeni Çar, boş gördüğün yerlere dalma, alın leşkerlerinizi ve dahi beslemelerinizi defolun gidin bizim eski ellerden” diyemeyince onlar bize, buyurun tıpış tıpış, gelin bölgenin yeni sahibine dediler mi? dediler Ehh bize de sadece amenna demek kaldı, bir amenna Amerikaya, bir Amenna da Rusya’ya…
PYD’yi bir terör örgütü olarak görüyor, ABD’nin onları silahlandırmasına ve eğitmelerine karşı çıkıyor, ABD’yi bunaltıp duruyorduk. Bu açıklama ile şimdi ne demiş olduk, tamam PYD yine bir terör örgütü amma şöyle biraz bizden uzağa çekin yeter. Onlar da siz yeter ki isteyin, biz hemen çekeriz PYD’yi. Evet, bir iyilik ettik harekatın başında size “ileri gidin” dedik. Ehh dedik de bu kadar da ileri gidin de demedik. Çabuk durdurun şu harekâtı diye emrettiler, biz de “derhal” dedik, bir gece ansızın başlattığımız harekâtı, gün batımına yakın durdurduk!
“Güvenli bölge oluşturalım, Suriyelilere 300’er metrekarelik evler yapıp yerleştirelim” diye didinip durduk. Onlar da “istediğiniz sadece bu olsun, buyurun işte size istediğiniz güvenli bölge” dediler ve açıklamaya bu konuda bir karalama eklediler. Lakin güvenli bölge neresi, başı nire, sonu nire, derinliği kaç kilometre bizden bilen hiç kimse yok. Onlar, siz yok merak etmek, biz var her şeyi bilmek dediler biz de tabii ki yok dedik!
Anlaşma görüşmesine ilişkin paylaşılan bir resim var ki her şeyi anlatıyor. Masanın ucunda Reis, yanında da Pence. Reis bizim başkan, Pence de onların başkan yardımcısı. Çok değil birkaç gün önce birisi benim muhatabın Trump, ben görüşürsem onunla görüşürüm, diğerleriyle görüşmem demiş, çok geçmeden de alçak gönüllülük gösterip Amerikan Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı ile de görüşürüm demişti. Herhalde dostu Trump, telefon açıp Sayın Başkan, kusura bakma, ben oralara kadar gelemiyor, size benim çırağın yanında, dur bakayım siz ne diyor, hah Diş İşleri Bakanımı da gönderiyor. Çırağımı artık benim yerime kabul edin, diyecekleri benim diyeceklerimdir, lüften hazmedin ki tvitlerimden kurtulasınız. Ne yazık ki artık o mektup elimden çıktı, size de ulaşmıştır. Artık yeri ve zamanı gelince gereğini yaparsınız!
Eehh, insanın TRump gibi bir dostu arayıp rica eder de bizim Reis Trump’ın Pence’sini yanına oturtmaz mı? İşte o resim, bu masumane ricanın tarihe mal edilmesinden başka bir şeyi göstermiyor. Sakın ha yanlış anlaşılmasın! Doğru anlaşıldı Reis, tamam, bir sorun yok, yani “no problem!” Müsaadenle bir de şu mektuba bir göz atmak isteriz. Olur mu? Ehh, sen çok yaşa be Reis.
Reis’in “Başkan Trump’ın siyasi ve diplomatik nezaketle bağdaşmayan bir mektubu medya yer aldı. Elbette bizler bunu unutmadık. Unutmamız doğru değil, ama bizim karşılıklı olan sevgi ve saygımız da bunları sürekli gündemde tutmaya müsaade etmiyor. Bu konuyu bugünkü meselemiz ve önceliğimiz olarak da görmüyoruz. Vakti ve saati geldiğinde bu konuyla ilgili olarak gerekenin yapılacağının da bilinmesini istiyoruz” dediği mektupta ne yazmıştı Erdoğan’ın dostu Trump: ”Sayın Başkan, iyi bir anlaşma için çalışalım. (Biliyorum) binlerce kişinin katledilmesinden sorumlu olmak istemiyorsun, ben de Türkiye’nin ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemiyorum, ancak (kafamı attırma) ederim ha. (Hatırlarsan), Pastör Brunson konusunda sana (bu konuda güzel) bir örnek sunmuştum.”
“Sorunlarının bazılarını çözmek için çok çalıştım. Dünyayı hayal kırıklığına uğratma. Harika bir anlaşma yapabilirsin. General Mazlum (hani Reis’in kırmızı bültenle arandığını bilmediği, lakin geçmişte Ankara’da ağırlanan söz de PYD liderlerinden iri kıyım olanı) seninle müzakere etmek istiyor ve geçmişte hiç vermediği tavizleri vermeye niyetli. Bana gönderdiği bir mektubun bir kopyasını gizli olmak kaydıyla (aha bu mektubuma) iliştiriyorum.”
“Bunu doğru ve insani bir yolla yapabilirsen tarih senden yana olacaktır. Eğer iyi şeyler olmazsa seni sonsuza dek şeytan olarak göreceğim. Sert bir adam olma. Seni daha sonra arayacağım. (üç kere uzun uzun çaldır, kapat, yeter!)”
Evet, ulu büyük Reis, vatandaş Erdoğan olarak, hatta AKP lideri Erdoğan olarak dostun Trump’ın bu mektubuma kızmayabilirsin. Amma aynı zamanda ben bu ülkenin ilk Başkanıyım diyorsan, bu melun mektuba yapacağın işlem, en azından onu iadeli taahhütlü olarak dostunun sarayına geri yollamaktır. Öyle, dostumdur amma aynı zamanda da delidir, ne yapsa yeridir diye erteleyemez, yırttım attım veya şimdilik karşılıklı sevgi ve saygımız gereği sineye çekiyorum, ancak bir taraftan da yeri ve zamanının gelmesini bekliyorum diyemezsin! Hatta böyle bir mektuptan sonra kimin selamıyla gelmiş olursa olsun gelen heyeti kabul edip üstelik Trump’ın Pence’sini de yanına alıp, artık de adına ne dersen de böylesine bizi bağlayıcı, üstelik bizi aşağılayıcı bir açıklamada bulunamazsın. Unutma ki, koltuğunda oturduğun bu kutlu devlet, adını bir türlü söyleyemediğin bu necip Türk Milleti gün gelir senden sorar bütün hesabı.
Ey Reis, zannetme ki Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünya sana kalacak, üstelik de baki olacak. Zira “her nefs ölümü tadacak, sonra da bize döndürüleceksiniz” diyor bir ayetinde Rabbim, bir başka ayetinde de “işte o gün yaptıklarınız size sorulacak, hesap vereceksiniz” diyor bana, sana, ona ve de hepimize. O gün geldiğinde aslolan, kul ve kamu hakkıyla gitmemektir. İşte tam bu noktada, varislerince eşimizin, babamızın, amcamızın, mirasını sana vereceğiz dedikleri için ölen zenginin mezarına defnedilirken girip de münker ve nekir meleklerine sahibi olduğu tek bir urganının hesabını vermede zorlanan hammalın misali bize uyarmaya yetmez mi?