Tarım, her ülke için stratejik sektörlerin başında kabul edilir. Ülkeler son günlerde birbirlerini gıda ambargosu uygulamakla, tarım ürünleri satmamakla tehdit ediyorlar.
Türkiye, bulunduğu coğrafya, iklim koşulları, bitki gen kaynakları, biyo çeşitliliği, ticaret olanakları ve geçmişten gelen tarımsal ürün kültürü ile potansiyeli çok yüksek ülkelerin başında gelmesine rağmen pamukta, tütünde, ayçiçeğinde, soya ve mısırda büyük oranda dışa bağımlı hale geldik. Turgut Özal ile birlikte “tarımda çiftçimizi ithalatla terbiye etme” politikasına başladığımızdan bu tarafa ürettiğimiz her şeyi ithal eden bir ülke haline geldik.
Tarımı ve kırsal kesimi bekleyen en büyük tehlike, çiftçilerin üretimden çekiliyor olmasıdır. Üreten köylerimize şehirden yumurta, yoğurt, peynir, süt gelmekte, köylülerimiz tarafından manavdan sebze ve meyve alınmaktadır. Kısacası köylerimiz üretirken tüketen bir kesim olmuştur.
“Türkiye kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydi.” Ama diğer altı ülkeyi hiç öğrenemeden bu günlere geldik. Soğan ve patates ithal eder duruma geldiysek ülke tarımı darboğazda demektir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine bakıldığında tarım sektöründe büyüme, genel ekonomideki büyümenin yarısı, 2017 yılı itibariyle %4.9 oldu. 2018’de ise %1.3 te kaldı. Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranına (GSYH) baktığımızda 2010 yılı %9, 11 Yılı %8.2, 2012 Yılı %7.8, 2013 Yılı %6.7… 2017 Yılı %6, 2018 Yılı %5.3 seviyesine indi.
Türkiye’nin tarımdan elde ettiği hasıla 2010 yılı itibariyle 52 milyar 592 milyon dolardı. Bu hasıla (üretim) 2018’e gelindiğinde 42 milyar 517 milyon dolara geriledi. Nüfus arttı. Bu durum tarım için tehlike çanlarını çalıyordu ama duyan yoktu.
Tarımda istihdamda azalma yaşanıyor. 2010 yılını baz alırsak %23.3 iken 2018’de ise %17.3’e geriledi. Bunlara sebep; tarımda uygulanan liberal politikalar ve devletin elindeki tarımsal kurumların özelleştirilmesi tarımdaki gerilemeyi sağladı. 2018 yılı itibariyle tarım ihracatı 17 milyar dolar, ithalat ise 16 milyar dolardı.
Çiftçi sayımıza baktığımızda 3 milyon aile vardı. Bunlar ülkenin tarımsal ürün üretimini karşılıyorlardı. 83 milyon nüfusumuz yanında 7 milyona yakın Suriyeli, Afgan, Iraklı.. göçmenler ile 40 milyonu aşan turistlerin dolaylı ya da doğrudan gıda ihtiyacını karşılıyorlardı. Avrupa ülkelerinde çiftçiler el üstünde tutulurken ülkemizde derdini anlatmaya çalışan çiftçiye “Ananı da al git”, Buğday fiyatı düşük diyene de “Gözünü toprak doyursun“ diyen idarecilerimiz vardı (1)
Türkiye’nin tarım hasılası bakımından Avrupa’da birinci, dünyada yedinci olduğu söyleniyor, ama her ne hikmetse tarım ürünleri ithal etmekten geri durmuyoruz. Ancak Avrupa’da birinciyiz, diyerek kendimizi kandırıyoruz. 31 Mart 2019 seçimleri öncesinde fiyatlar artmasın diye tanzim satışlar kuruldu ve zararına soğan, patates, domates, bakliyat satıldı. Bunların bir kısmı ithaldi. Kaybeden yine Türk çiftçisi oldu.
Girdi fiyatları artıyor, gelir yerinde sayıyor
Tarımsal üretimde en büyük girdi olan gübre, mazot ve tohum ile zirai ilaç, sulama, enerji ve işçilik çiftçinin ürününü pahalıya mal edip ucuza satmasına sebep olmaktadır. Tarım Bakanlığı 2003 verilerine göre bir ton Üre gübresi 340 TL iken 2020 yılında 50 kg 80 TL – 87 TL, DAP gübresi tonu 2003 yılında 427 TL iken 2020 yılında 50 kğ. 142 TL-147 TL arasında olmuştur. Çiftçinin sattığı buğday ve arpanın kilosunda ise fazla bir değişme olmamıştır. Tarımda girdi fiyatları artarken gelir yerinde saymaktadır.
Kimyevi gübre tüketimi 2017’de 6 milyon 332 bin ton iken 5 milyon 411 tona geriledi. Mazotta durum farklı mı? 2002’nin ocak ayında 94 kuruş olan mazot 2020’de 5 TL’nin üstünde işin garibi zenginlerin tatil için ve eğlence için kullandığı yatlara ucuz verilen mazot çiftçiye pahalı verilmektedir.
Ekonomimiz sıkıntıya girdiğinde sanayici, esnaf, müteahhit ve ticaret erbabının borçları yapılandırılır. Çiftçinin bankası olarak kurulan Ziraat Bankasından bu sektörlere destek kredileri verilir. Aynı yaklaşım ne yazık ki çiftçiye gelince para yok gerekçesi ile gösterilmez.
Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü neden kapatıldı?
1984 yılında Turgut Özal’ın Başbakanlığı zamanında Tarım Bakanlığı reorganize edilirken Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü kapatıldı. İstanbul, Samsun ve Diyarbakır Bölge Zirai Mücadele Enstitüleri de kapatıldı.
Ziraat Mühendisleri Odası verilerine göre Türkiye’de zirai ilaç kullanımı düşük. Hektar başına 2 kilo tüketiliyor; ama yanlış ve zamansız kullanım fazla. Kimse ne kadar kullanacağını bilmiyor, desek yanlış söylemiş olmayız. Bakanlık ne yazık ki biyolojik mücadeleyi uzun ve zahmetli bir yöntem olarak görüyor herhalde. Tarım Bakanlığı ne yazık ki Akdeniz Meyve Sineği ile başa çıkamadı. Rusya’ya gönderdiğimiz sebze ve meyveler bundan dolayı geri dönüyor. “Akdeniz Meyve Sineği” ile “Güve”; portakal, mandalina, limon, muz, nar, kayısı, elma, erik, kiraz gibi meyvelere, domates ve patlıcan ile bibere, ayrıca 100’e yakın bitkiye zarar vermektedir.
Akdeniz Sineği ile mücadelede Amerika, İspanya, Fas ve Tunus gibi birçok ülke başarılı olmuş. Ülkemizde ise 2005-2006 yılları arasında Atom Enerjisi Kurumu’nun hazırladığı bir rapor küçük bir yatırımla (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı hibe kredisiyle tesis kurmak mümkün) kısır sinek tesisi 10 yıldır kurulamıyor ne hikmetse. Bunun için ilaçla mücadeleye devam ediyoruz. Bu durum zirai ilaç firmalarının, lobilerinin etkili olduğundan mı yoksa işin başındakilerin iş bilmediğinden mi kaynaklanmaktadır?
Tarımda kimyasalların kullanılasında kurallara uyulmalı
Bitki gelişimini düzenleyiciler çiçeklenme, olgunlaşma, kök gelişmesi, yaprak, sap uzamasının engellenmesi, meyvelerin renk alması ve yaprak dökümünün engellenmesi gibi birçok fizyolojik olayı etkileyen kimyasallar ülkemizde olduğu gibi gelişmiş ülkelerde de kullanılır. Bunlar oksinler, giberellinler, sitokininler ve etilen gibi guruplara ayrılırlar.
Hormon uygulamalarında kurallara uyulmadığı ve sıklıkla kullanıldığı zaman pazarda ve marketlerde gördüğümüz anormal şekilli sebze ve meyvelere rastlamak mümkündür. Bunun için üreticinin kurallara uygun kullanmasını sağlayıcı tüm tedbirler yetkililer tarafından alınmalı, tüketicinin sağlığı ile oynanmamalıdır.
Tohum ülkelerin güvenliği için vazgeçilmezdir
Tarımın temeli olarak kabul edilen tohum, binlerce yıldır olduğu gibi bugün de insanları doyurmak, gıda güvenliğini sağlamak için hayati öneme sahiptir. Tohum, aynı zamanda ülkelerin güvenliği için vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
2018 yılı dünya tohum ticaretinin yaklaşık 60 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Tohum satışının %60’ını dört firma kontrol ediyor. Alman ilaç devi Bayer tohum ve zirai ilaç alanında da faaliyet gösteriyor. Amerikan tohumculuk şirketi Monsanto’yu 2016 yılında 66 milyar dolara satın aldı.
Tohum üretiminde Amerika ve Çin açık ara önde ABD 12 milyar dolar, Çin 10 milyar dolar, sırayla Fransa, Brezilya, Kanada, İsrail, Türkiye ise 1.5 milyar dolar ile 11. Sırada yer alıyor.
Biyoçeşitlilik bakımından oldukça zengin olan (11 bin 707) bir ülkeyiz. Bu bitkilerden 3 bin 650’si sadece Türkiye’mize ait endemik bitkidir. Ülke fide, fidan ve süs bitkileri de dahil 260 milyon dolar ihracat yaparken 240 milyon dolarlıkta ithalat yapıyoruz. Burada bazı belediyelerin bizde fidan kalmamış gibi İtalya ve diğer ülkelerden fidan ithal etmelerine diyecek söz yok herhalde.
1925 yılında Eskişehir’den başlamak üzere Adapazarı, İstanbul ve diğer şehirlerde tohum ıslah istasyonları kuruldu. Tohumculuğumuzun dışa bağımlı hale gelmesi 1980 darbesinden sonra olmuştur. Başbakan olan Turgut Özal 1984 yılında tarımı ekonominin sırtında yük olarak görüp, tarımsal kurumları kapatıp tohum ithalatını serbest bırakması bir yana teşvik kararnamesi de yayınladı. İşte o günden sonra değişik ülkelerden tohum almaya başladık. İsrail’den ise yaklaşık 12 milyon dolar seviyesinde tohum ithal eder hale geldik.(2)
5553 sayılı tohumculuk yasası kabul edilerek 8 Kasım 2006 yılında Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Tohum üretim ve ticaretinin yerli ve yabancı şirketlere bırakılması bir yana tescil ve patent zorunluluğu da getirildi. Bu yasa ile Türk çiftçisine; tohum satamazsın, deniliyordu. Çünkü ülkemizde çiftçilik genelde küçük aile işletmeleri şeklinde yapıldığı için tescil ve patent işini yapmaları mümkün değildi.
Halen tohumculuğumuzda yabancı şirketler hâkim. Yabancı şirketlerin hakimiyetini kıracak yerli tohumculuğumuzu geliştirecek yeni bir tarım ve tohum politikamızın acilen belirlenmesi gerekir.
Sonuç:
- Üretici örgütlenmesini yaygınlaştırmalıyız.
- Neo-liberal politika ekseninden çıkıp, üretim ekonomisine ve tarımda tekrar kendine yeten ülke olma hedefine yönelmeliyiz.
- Gıda enflasyonunu ithalatla kontrol etme, gümrük vergilerini düşürme vb. yerli üretimi baltalayıcı politikaları terk etmeliyiz.
- Ölçek, verim ve bilinç boyutuyla tarımsal alanları, yerli çiftçiyi ve çevreyi korumalı ve desteklemeliyiz.
- Bütün bunların sonucunda; giderek daha dışa bağımlı hale gelmekte olan yapıyı dönüştürme ve nihayetinde bölgesel ve küresel rekabet ortamına hazır hale getiririz.
Kaynaklar:
- Günlük gazete ve TV’ler.
- Yıldırım, Ali Ekber, Üretme Tüket, 57.