BİR SEÇİMİN ARDINDAN…

Cumhuriyet tarihinin en berbat propaganda yöntemleriyle kotarılmaya çalışılan bir yerel seçimi daha geride bıraktık. Proje odaklı değil şahıs odaklı anlatımlardan medet umulan bir siyasi çabanın olumsuz izleri belleklerden kolaylıkla silineceğe benzemiyor. Biz seçim öncesi şu tarihi uyarıları yapmayı çok önemli vazife bildik ve seçim sonrası elde edilen sonuçların o tarihi uyarımızı ne kadar haklı çıkardığını da hep beraber görmüş olduk:

Siyasi iktidarın yerel gücünün metal yorgunluğu ve ideal yoksunluğu ile zaafa uğrayacağı kesindir. Uzun bir zamandır çatışma dilini daha da keskinleştiren iktidar erki siyasi konformizminin neticesini sandığa yansıyan millet iradesiyle ziyadesiyle görecektir. Şehirlere ruhunu kaybettiren ideolojik savruluşların en kötücül yönetimleri tetiklediğini hesaba katmayanlar yitirilen kadim medeniyet estetiğinden de bir şey anlamazlar. Yükselen gıda enflasyonu neticesinde hızla fakirleşen mahzun kitlelerin büyük öfkesi tarihte nice iktidarlar devirmiştir. Hiçbir makam ebedi hiçbir saltanat mutluluk sebebi değildir.

Şimdi siyasi iktidar metal yorgunluğu ile ideal yoksunluğu arasında sıkışmış olmanın verdiği bir bunalımla aleyhine neticelenen seçim sonuçlarını kabullenmemekte direnmektedir.

İstanbul’da yaşamak nispeten daha pahalı hale gelecek böylece çevre illerden göç olmayacak diyen Binali’ye yoksullaşan kitlelerden önemli bir cevap geldi. Ak Parti bu halktan kopuk ense kalın söylemlerini gözden geçirmeli… Milletin bahçelere değil dumanı tüten iş yerlerine ihtiyacı var. Bahçeye gidecek paran yoksa cebinde, o bahçedeki güllerin lalelerin sana ne faydası olacak. Beka meselesinin yerel bağlamda abartıldığının gayet farkında olan büyükşehir sakinleri menfi ekonomik manzaranın gereğine göre hareket etmiş, siyasi ahlaktan mahrum seçim kampanyasını cezalandırmıştır.

Bir ülkenin varlık ve bekasını bir partinin iktidar mevcudiyetine indirgemek en tehlikeli siyasi akıl tutulmasıdır. Özellikle sanayi kentlerinde belirginleşen sandığın mesajının ne anlama geldiğini anlamamakta ısrar etmenin ne gereği var. Bir memleketin kimin yönettiği mi daha önemlidir yoksa o memleketin nasıl yönetildiği mi?..Ekonomik hezimet siyasi kaoslarla örtülmemelidir. Kutuplaşmayı derinleştirip çatışma riskini yükselten siyasi ihtirasları köpürtecek can yakıcı söylemlerden vazgeçilmelidir.

Yola oligarşik liderliğin ve tek adamlık siyasi yapılanmaların sonunu getirmek için çıkanlar yepyeni bir liderlik hegemonyasına savrularak yoldan çıktılar. Zorunlu seçim ittifaklarını siyasal yaşamın bir parçası haline getiren Başkanlık sistemi bu sürecin daha da hızlanmasına sebebiyet vermiştir. Bugün iktidarın ayağına dolanan sistem yarın tüm ülkenin bekasını tehlikeye düşürecek siyasi riskler içermektedir. Referandumdaki evet oylarıyla bu ülke sinsice bir sistem tuzağına çekilmiştir.

Seçim propagandası olarak beka meselesini öne çıkaran bugünün siyasi iktidarı, ana programındaki “Partimiz, kritik sektörlerdeki özelleştirmelerde ulusal stratejik tercih ve öncelikleri göz önünde bulunduracaktır.” maddesine bile uymamış milli cephenin özelleştirme eleştirilerine her daim kayıtsız kalmıştır. Milli varlık ve beka davasına sahip çıkmak evvela ideolojik temellere tam bağımsızlık fikriyatıyla kuvvet vermekten geçer. Beka davası küresel haydutları hoşnut edecek bir siyasi anlayışla biçimlendirilemez.

Ak Parti programının tek bir yerinde bile Türk Milleti kavramı kullanılmamıştır. Daha bu milletin adını ifade etmekten imtina eden bir siyasi hareketin beka davasını sadece kendi varlığı ile eşitleme çabası ciddi bir çelişkiden ibarettir. Neo-liberal söylemlerle yola çıkmanın sonu ülkeyi dış saldırılara açık hale getirmek ve stratejik kaynakların mahvına umarsızca fırsat vermek olacaktır.

 

Kimi koltuğunu liyakatiyle kimi de sadakatiyle muhafaza etmenin derdinde. Oysa liyakat ve sadakat birbirinden ayrılmamalıdır. Liyakatsiz sadakat kör bağlılık, sadakatsiz bir liyakat ise inadi yalnızlık başlatır. Bugün mevcut partizanlık hastalığı ve müzmin iktidar hırsı sadakat-liyakat bütünlüğünü parçalamıştır. Siyasi bunalımların temelinde bu ayrıştırıcılık anlayışı vardır. Öze dönüş eylemi; kaliteli üretim, adaletli yönetim çerçevesinde, kavramların sahici ağırlığını günışığına çıkarılarak yeniden bayraklaşacaktır.

Ülkemizin geleceği, kapitalizmin iktisadi organizasyonu olan çokuluslu şirketlerin insafına terkedilemez. Dünya çapında reel kazanç elde etmek isteyen öz kaynakları sömürücü bir teşekkülün etkin bir siyasi güç haline gelmesini hiçbir vatan evladı içine sindiremez. Çoğu ülkelerden daha büyük iktisadi bir devliğe sahip olan şirketlerin örtülü işgal girişimlerini engelleyecek yeni bir ekonomik sistem inşa edilmelidir. Milli ekonomi hem bağımsızlığımızın temeli hem de milletimizin yegane kurtuluş ümididir.

Fikrin çilesini çekmeden dava adamı olunacağını mı sandın, ne mücerred söylemlerin ne muhayyel eylemlerin seni gerçeğin kıyısına çekebilir. Marifet laf cambazlığında kelam kurnazlığında olsa her zirve şarlatan yuvası her hamle hokkabaz hevası olurdu. Sözü etkili kılmak ona inanmakla davayı yaşamak ise ona adanmakla mümkündür. Fikir üretmeden fikir yürütenler, basmakalıp ifadelerin gölgesinde hep hazırdan tüketenler hakikatin azap değirmeninden bihaber bir takım entelektüel gevezelikler ve konformist zevzeklikler peşinden gidebilirler… Biz vakarımızı ve kararımızı yitirmeksizin çileye talip bir yüce hakikatin izinden sessizce yürümeye devam edeceğiz…

Ey seçmen, gassalın elindeki meyyit değilsen yeni bir devri müjdeleyecek ve köklü bir değişimi gerçekleştirecek bir siyasi programa güç verebilirsin. Ey seçmen, söylem eylem tutarlılığını gözeterek bir mürit olmayı terkettiğinde ancak o hür iradenle tüm siyasi partilerin röntgenini çekebilirsin. Ey seçmen , yazgı değişmez deme haklı bir davayla çelikleşmiş o yüce kararınla nice bilekler bükebilirsin.

Yorum Yapın

Navigate